Last Updated on 16 Ekim 2017 by Yaşar Çelik
Sadece İngiltere’deki British Museum yıllık 8-9 milyon, Fransa, Paris’teki Louvre Müzesi 10 milyon ve Almanya, Berlin’deki Pergamon Museum 2 milyona yakın ziyaretçi ağırlarken ve burada sergilenen eserlerin büyük bir bölümü Anadolu’dan götürülmüşken neden Laodikeia, Sagalassos, Troya, Side, Aspendos gibi arkeolojik açıdan dünyanın en önemli antik kentleri yeterince ziyaretçi alamıyor? diye soruyor Aktüel Arkeoloji Dergisi Yazı İşleri Müdürü Murat Nağış, Birgün Pazar için yazdığı makalesinde.
Murat Nağış’ın yazısı şöyle devam ediyor; “Birçok kent sosyal medya aracılığı ile kentlerinin “turizm” potansiyelini ve değerlerini tanıtım çabası içindeler. Neredeyse tüm tanıtımlarının ilk cümlesi “Anadolu” ile başlıyor. “Anadolu’nun en güzel kenti”, “Anadolu’nun en güzel yemekleri” diye devam ediyor. Anadolu’yu tarihsel anlamıyla mı kullanıyorlar, yoksa farklı bir anlam mı taşıyor, bu pek açık değil. Sanki biraz yerellik ve kaybolmuş değerlere vurgu var.
Bu çabaların arkasında kentlerin yeni yeni fark ettiği bir turizm ve turist potansiyeli bulunuyor. Ama konu hiç de göründüğü kadar basit değil. Dünya Turizm Örgütü “World Tourism Organization (UNWTO)” her yıl düzenli olarak turizm raporlarını yayınlıyor. Dünyanın en hızlı büyüyen sektörlerinden biri olan turizm bu raporlarda tüm analitik göstergeleri ile anlatılıyor. Az değil, yıllık yaklaşık 1,5 milyar turist dünyanın bir yerinden bir yerine seyahat ediyor ve kişi başı yaklaşık bin yüz dolar harcıyor. Türkiye geçtiğimiz yıllara kadar dünyanın en büyük turizm gelirine sahip ülkelerinden biriydi ama bu gelir yukarıda kentlerin vurguladığı “Anadoluluk” üzerinden değil, turistin kaldığı otelin havuzu ve lokantasından başka hiçbir şey görmediği kapalı oteller ile sağlanıyordu. Anadolu kentlerinin kendi çabalarının sebebi ise biraz bu aslında. Turizmi sadece otele gelen turist olarak görmek yerine arkeolojik ve kültürel değerleri görmeye gelen turiste dönüştürme çabası.
Dünya Turizm Örgütü “World Tourism Organization (UNWTO)” dünya ölçeğinde turist sayısının her yıl arttığını ve bunun önemli bir büyüme yarattığını, bu büyümenin en önemli dinamiğinin de “kültür turizmi” olduğunu vurguluyor. Bugün görünmese de devletler arası gizli bir turizm savaşının olduğunu, bu savaşın “savaş meydanı”nın ise UNESCO olduğu bilinmekte. UNESCO Dünya Mirası Listesi özellikle arkeolojik ve kültürel miras alanlarının tanıtımında önemli bir rol üstlenmiş durumda. Bu nedenle “Dünya Miras Listesi”nde yer almak, global ölçekte turist hareketliliği sağlamakta ve önemli bir ekonomik değer yaratmakta. Son yıllarda Türkiye’nin birçok arkeolojik ve kültürel miras alanının “Dünya Miras Listesi”ne kabul edilmek için gösterdiği yoğun çabanın arkasında bu turist savaşı yatıyor. Bu elbette denizi, kumu ve güneşi olmayan kentlerin, bu özelliklere sahip kentlerle mücadele edebilmek, kendilerini anlatabilmek ve kentlerini geliştirebilmek için ellerindeki tek değer olarak görülüyor.
Anadolu’nun önemi
Türkiye için sorunlar ve karmaşa buradan sonra başlıyor. Türkiye’nin arkeolojik ve kültürel miras zenginliğini her yıl yapılan yüzlerce kazı ile görmek mümkün. Öyle ki birçok kazının buluntuları insanlık tarihi için çok önemli sonuçlar doğuruyor. Bunlar arasında sayabileceğimiz örneklerden bazıları, Göbeklitepe’deki tüm dünyayı şaşırtan keşifler, Arslantepe’deki devletin kökenine ışık tutan bulgular, Muğla’da kaçak kazı ile açığa çıkan Hekatamnoslara ait anıtsal mezar ya da İstanbul Yenikapı’daki son yılların en önemli arkeolojik bulguları… Son yıllarda yapılan bu keşiflerin tümü dünya çapında ses getirmiş durumdalar. Sadece bu kadarla değil, neredeyse her kentinde bir arkeoloji ve etnografya müzesi olan dünya üzerinde çok az ülke var. Çünkü modern Türkiye’nin altında insanlık tarihinin en önemli coğrafyası olan Anadolu bulunmakta. Neredeyse her ilçesi, her kentinin altında antik çağa ait kalıntılar, antik bir kent ya da henüz bilmediğimiz arkeolojik kalıntılar bulunmakta. Peki böylesine büyük bir arkeolojik zenginliği dünya ile nasıl paylaşacağız? Turizm eğer bunun için bir araç ise turizmi hem Bakanlık seviyesinde hem yerelde yeniden tanımlamak ve biçimlendirmek gerekmez mi?
Bu durum turizm açısından değerlendirilebilir görünüyor ama henüz yeterli bilinç, uzmanlık ve bilgi olmadığı için hem fikirsel hem de fiziksel çatışmalar yerelde ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda büyük bir kafa karışıklığına sebep olmuş görünüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı için turizm dendiğinde akla Antalya, Muğla gibi deniz, kum, güneş turizmini yapan kentler geliyor. Bakanlık tüm desteğini, yatırımını, projesini bu sistemi ayakta tutmak için harcıyor. Çünkü son 50 yıldır bu yönde bir büyüme sağlandı ve dünyanın en büyük ve prestijli otelleri Akdeniz sahiline boydan boya yayıldı. Yaz dönemlerinde İstanbul Arkeoloji Müzelerini yaklaşık 300 bin ziyaretçi, Antalya Arkeoloji Müzesi’ni ise 30-40 bin kişi ziyaret ederken, Türkiye’ye gelen turist sayısı 30 milyonun üzerine çıkıyor. Peki insanları arkeolojik ve kültürel miras açısından dünyanın en önemli coğrafyalarından birini görmeye neden yönlendiremiyoruz? Antalya’ya gelen milyonlarca turist neden müzeye ya da arkeolojik alanlara yönlendirilemiyor? Sadece İngiltere’deki British Museum yıllık 8-9 milyon, Fransa, Paris’teki Louvre Müzesi 10 milyon ve Almanya, Berlin’deki Pergamon Museum 2 milyona yakın ziyaretçi ağırlarken ve burada sergilenen eserlerin büyük bir bölümü Anadolu’dan götürülmüşken neden Laodikeia, Sagalassos, Troya, Side, Aspendos gibi arkeolojik açıdan dünyanın en önemli antik kentleri yeterince ziyaretçi alamıyor?
En başa tekrar dönersek kentlerin neden kendilerini kendi çabaları ile tanıtmaya çalışmaya düştüğünü anlayabiliriz. Anadolu kentleri neye sahip olduklarını fark etmiş durumdalar. Birçok kent, arkeoloji ve kültürel mirastan başka hiçbir çıkış yolu olmadığını görüyor. Fabrikaların ve sanayinin olmadığı Anadolu kentlerinde tarımın ve hayvancılığın da değerini yitirmesi ile kentlerin kendilerini gelecek kuşağa taşıyabilecek ne insan ne de sosyal, kültürel ve ekonomik güçlerinin olmadığını aşikar. Bu nedenle kentlerin sahip oldukları turizm potansiyelini yeni bir umut olarak fark etmiş olmaları son derece önemli.
Nasıl yapacağız?
Peki bunu nasıl başaracağız? Yerel değerleri, arkeolojik ve kültürel mirası evrensel değerler olarak dünya standartlarında paylaşmalıyız. Şanlıurfa, Göbeklitepe ile birlikte yılda 15 milyon turisti nasıl kente getirecek? Ya da son günlerin en fazla tanıtımı yapılan kentlerden Van ve Elazığ yıllık 5-10 milyon turisti nasıl geçmişleri ile buluşturabilecekler? Örneğin Urartu Uygarlığı kentin geleceğini nasıl şekillendirebilecek?
Bu konuda büyük sıkıntıların olduğunu söylemek gerek. En temel sorunlardan biri belediye ile valilik arasındaki yetki ve görev paylaşımında yaşanan büyük karmaşa. Daha büyük bir sorun ise ihalelerin merkezden Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılıyor olması. Burada hemen bir örnek vermek gerekirse, Göbeklitepe’nin 2018 yılında Dünya Miras Listesi’ne girmesi bekleniyor. Kentte buna ilişkin bir bilinç gelişmekle birlikte, Göbeklitepe’de yapılan asfalt yolun neden ve ne için yapıldığı veya Göbeklitepe’deki yapıların üstünün neden kapatılıyor olduğunu sadece Ankara’daki bürokratların bilmesi oldukça şaşırtıcı. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi son derece önemli. Daha fazla tanıtım ile dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alabilecek bir potansiyele sahip.
Bunu sürdürülebilir bir yapıya kavuşturmak, arkeolojik ve kültürel miras alanlarını korumak ve bunların gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak ve yerelin gelişmesini sağlamak için öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın turizm anlayışında köklü bir değişiklik yaşanması gerekiyor. Turizm yatırımları, teşvikleri ve desteklerinin büyük otelleri ya da büyük firmaları desteklemek için değil de, Şanlıurfa, Van, Burdur, Isparta, Denizli gibi arkeolojide yıldızı parlayan kentlere yeni bir gelecek sunmak için değerlendirmesi gerekiyor.
Kültürel miras alanlarını korumak ve bunların gelecek kuşaklara ulaşmasını sağlamak ve yerelin gelişmesini sağlamak için öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın turizm anlayışında köklü bir değişiklik yaşanması gerekiyor. Turizm yatırımları, teşvikleri ve desteklerinin büyük otelleri ya da büyük firmaları desteklemek için değil de, Şanlıurfa, Van, Burdur, Isparta, Denizli gibi arkeolojide yıldızı parlayan kentlere yeni bir gelecek sunmak için değerlendirmesi gerekiyor.”