Bir zamanlar İstanbul Haydarpaşa’dan yola çıkan Doğu Ekspresi’nin son istasyonu olarak bilirdik bu şehri. Şimdilerde “Orient Express” modunda Ankara’dan kalkan Doğu Ekspresi ile bütünleşmiş Kars turizmi çok moda. Ben de yağmayan İstanbul’dan, karlar altında bir romantizm yaşama düşü ile geldim bu şehre; fazlasını buldum. Kars’ta Beyaz Geceler’e buyurun!..
Beyaz saçlarını “fhön” rüzgarıyla kurutan prenses
“Beyaz, uykusuz ve uzakta…” Bu sihirli şehri, Kars’ı ancak bir kelime büyücüsü şair Cemal Süreyya böyle güzel tasvir edebilirdi. Bir de tam iki yüz yıl önce şehrin kapısını kırarak giren Rus Ordusunun peşinde, bitap düşmüş şehrin güncesini tutan romantik şair Puşkin. Kavimler kapısı Kars, en güzel mevsiminde, kar uykudan uyanmış mahmur gözlerle süzüyor bizi. Orhan Pamuk’un Kar romanında anlattığı gibi kıraathaneleri dolduran halk yok; şehir turist ağırlama derdinde, hareketli, cıvıl cıvıl. İstanbullu turist kaynıyor bu mevsim Kars. TRT’deki “İpek Yolu” belgeselinde, Karslı aşık Murat Çobanoğlu’nun, sazının döşüne vura vura, o tok, davudi sesiyle çığırdığı “Kiziroğlu” türküsü ile anıyorum bu şehri hep. Şehrin sokaklarında yürüyüşe çıktığımda hafiften esen fhön rüzgarı eritiyordu geceden yağmış karı. Belediye işçileri türküler söyleyerek kar kürüyordu kaldırımlarında.
Puşkin’in hamamı, Namık Kemal’in konağı
Ruslar 40 yıllık işgal sürecinde kale etrafındaki eski şehre dokunmazken, bugünkü merkez şehri sıfırdan inşa etmiş. Projesi Hollandalı mimarlara ait, birbirini kesen ızgara planlı geniş caddeler boyunca, hala dimdik ayakta, siyah bazalt taştan mamul, Baltık mimarisinde 1-2 katlı taş binalar şehri güzelleştiriyor. Rusların askeri amaçlı inşa ettikleri görkemli binalar bugün okul, valilik, belediye binası vb. kamu kurumlarına tahsis edilmiş. Şehrin içindeki en iyi rota, hepsi kaleye çıkan, merkez ve paralel caddelerde uzun yürüyüşler. Zaten fotojenik şehir, kardan örtüsüyle cilveli de. Merkezdeki Defterdarlık, Belediye, Rus Konsolosluğu, Halkevi, Anadolu Lisesi, eski Vali Konağı, Rus mimarisinin gözdeleri. Kars Çayı üzerindeki Karahanoğlu Taş Köprüsü’nden geçerken, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un tamamlamaya fırsat bulamadığı, “ucube” ilan edilip yıkılan İnsanlık Anıtı’nın harap kaidesini görüyoruz. Puşkin’in 1829’da ziyaret ettiği tarihi Mazlum Ağa Hamamı koruma altında. Bitişik konak, Vatan Şairi Namık Kemal’in dedesiyle yaşadığı, ilk şiirlerini kaleme aldığı ev (Namık Kemal Evi).
Şehrin göz bebeği, Cheltikov binası
İliklerimize işleyen bir soğuk yok; inceden yağan kar, tarihi kaleyi misal; beyaz bir tülün ardına saklıyor; manzaranın seyri doyumsuz. Evliya Camisi ile tasavvuf ehli Ebul Hasan Harakani Türbesini geziyoruz. 12 Havariler Kilisesi olarak da bilinen, Osmanlı döneminde camiye, Rus işgali sırasında kiliseye, Cumhuriyetle birlikte yeniden camiye dönüştürülen Kümbet Camii’nin tarihçesini anlatıyor rehberimiz. Şehre dönüşte “Hekim Evi” olarak bilinen, eski konservatuar binası, Rusların şehirde askeri amaç dışında inşa edilmesine izin verdiği, bir Rus aristokratına ait tek ve en görkemli binayı gezmeden ayrılmak yok tabi; Cheltikov Otel. Sayıları her geçen gün artan yerel restoranlardan birine giriyoruz. Kete, Hörre çorbası, Hangel, Yeşil mercimekli erişte pilavı, Kaz etli, kuru meyveli pirinç pilavı, üstüne mis kokulu çay eşliğinde Umaç helvası; bir lezzet şenliği yaşatıyor damaklarımızda Kars’ın geleneksel mutfağı. Akordeonunu sırtlayan lokanta sahibi, Kafkas ezgileri eşliğinde uğurluyor bizi. Akşama kale dibindeki Kazevi’nde ziyafet var yine; Kafkas oyunları ekibinin gösterisi eşliğinde.
Yalnızlığın taşa kesmiş hali; Ani harabeleri
2. gün Kars turizminin en gözde etabı, Ani harabelerine sürüyoruz. Şairin o meşhur tasviriyle; “Beyaz, uykusuz ve uzakta”. Pek çok kavime yurt olmuş, istilalar yaşamış, defalarca yıkılıp yeniden inşa edilmiş efsanevi Ani şehri burası. Arpaçay kanyonunun bizi ayırdığı karşı düzlük Ermenistan. Surların önündeki virane köy, 500 yıl önce terk edilmiş bu imparatorluk şehrinin kadim bekçisi gibi. Rehberimiz, Ani köyünün, efsane şehrin yoksul ahalisinden arta kalanlar olduğunu söylüyor. Sur kapısından adım atar atmaz delik deşik, devasa, bembeyaz bir yorganın altında 500 yıldır ölüme yatmış bir şehrin, post mortem bir manzaranın içine düşüyoruz. Antik bir mezarlık gibi harabe şehir; binlerce yıllık höyük, ayaklarımızın altındaki. Sağda, yakın ama uzak, yalnızların yalnızı muhteşem yapı, 10. YY’da inşa edilen Aziz Gregor Kilisesi. İşte kanyona bakan, bölgenin en görkemlisi, Ani Katedrali. Bir zamanlar 100 bin nüfusun yaşadığı şehrin en parlak döneminde Ermeni Kral 2. Smpat ve oğlu Gagik tarafından inşa edilmiş. Usta işi oymaların bulunduğu kırmızı bazalt, taş duvarları dimdik ayakta. Ermeni mimar Tridat, Bizans dönemi, İstanbul’daki Ayasofya’nın kubbesini de tamir etmiş. Solda, bir yıldırımın ikiye böldüğü, yarısı hala dimdik ayakta duran, Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhtan bir parçanın İstanbul’dan getirilip temeline konulduğu 19 kemerli kilisede kazı var.
Eski zamanlarını özleyen şehir
Platonun kanyona bakan yamacında inşa edilmiş, 1215’e tarihlenen Surp Kirkor Kilisesi’ndeki İsa ve Aydınlatıcı Grigor freskleri, Ermeni ve Gürcü sanatının ulaştığı zirveyi gösteriyor. Selçuklular döneminde, 1000’li yılların sonunda inşa edilen görkemli Ebul Manucehr Camii, Anadolu’da inşa edilen ilk cami. Turistlerin muhteşem kanyonu kuş bakışı süzen pencerelerinde fotoğraf çektirmeden ayrılmadığı yer. İpek Yolu üstünde önemli bir merkez olan şehre ilk gelenlerin uzaktan görüp, görkemiyle büyülendiği cami, bölgedeki İslam hakimiyetinin simgesi. Arpaçay üstünde gövdesi yıkılmış, harap köprü, iki halk arasında atılan köprünün simgesi gibi. Üç yanından üç ırmak akan, surlarla çevrili yarımada şehir, eski günlerini özlüyor.
Buz tutmuş gölde kayıp giden gün; Çıldır
Akşam yemeğimizi, yörenin meşhur geleneğini yaşatan iki aşığın atışması renklendiriyor. Çıldır Gölü’ne vardığımızda henüz donmuştu. O meşhur, göl üstünde buz kırıp balık avlayanları göremedik ama, atlı kızaklar pür neşe turist gezdiriyordu. Kıyısındaki lokantada, göl ürünü, nar gibi kızartılmış Sazanları yerken, göz ucuyla yer beyaz, gök beyaz gölün üzerinde at binip koşturan insanları seyrediyoruz. Çevre halkı sandığımızın aksine balıkçılıkla değil, hayvancılıkla geçiniyor. Balıkçılık kooperatif çatısı altında yapılıyor ama geçim sağlayacak verimlilikte değil. Çıldır, buz tutmuş göl, balık, atlı kızaklar, bölgenin en güzel reklam yüzü; sahici ve çok keyifli. Kızarıyor gökyüzüyle beraber, buz tutmuş gölün yüzeyi ve kayıp gidiyor gün.
Katerina’nın kadersiz köşkü
Kars turizminin üçüncü ve çok keyifli etaplarından biri de Sarıkamış. Hani dağlarında 90 bin ülke evladının ihtiraslı bir komutanın kör inadıyla Ruslara karşı yaz kıyafetiyle sürülüp ölüm uykusuna yatırıldığı şehir. Kayak turizmi şehrin göz bebeği şimdi. Kristal karıyla meşhur bölgeye turist akını var. Şehir mütevazı ve pek gelişkin görünmese de kayak merkezleri Avrupai. Şehrin maskotu, Katerina Köşkü kaderine terk edilmiş. Otel olacak denli büyük değil diye projelendirilememiş. Bir kültür merkezi, bir müze olsa!..