İş Hayatındaki ‘Ağabeyler’

Yeni nesil 'Ağabey'ler günümüzde artık tüm bildiklerini maalesef kendilerine saklayan birer 'Sır küpü’ niteliğinde.

Last Updated on 15 Haziran 2019 by Yaşar Çelik

Bilgi, görgü ve eğitimle birlikte zamanla gelişen kişisel doğrularımız, bu süreç içerisinde kimler tarafından etkilendi? Rol model olarak kabul ettiğimiz ‘Ağabeyin’ dikte ettikleri, her yeni oyunda kural olarak kabul mü edildi? Yoksa ‘Yanlış’ olduğu halde, ‘Doğru’ olduğunu iddia ederek sonucu kayıtsız şartsız ‘Doğru’ olarak kabul etmemize mi sebebiyet verdi?

Belki bu ağır soruların cevaplarını yazının satır aralıklarında saklı şifreleri çözdüğümüz takdirde bulabileceğiz…

Turizm sektöründe çeyrek yüzyılı geride bıraktığımız bu dönemde, ULAŞIM, GEZİ ve KONAKLAMA üçgeni içinde ve aralarında bağlantı sağlayan gizemli şifreleri halen çözmüş durumda olduğumuz söylenemez. Her bir madde başladığını ilgilendiren geleneksel uygulama standartlarını tanımlamak, hayata geçirmek ve genç nesillere aktarmak konusunda yetersiz kaldığımız bir gerçek. Oysa işin temelinde yer alan metotlara bakıldığında, karmaşık gibi gözüken ancak gerçekten öğrenmek amacı ile irdelendiğinde, aslında işin temel niteliğinin ne kadar kolay ve anlaşılabilir olduğu net olarak karşımıza çıkmaktadır.

Günümüzde Türkiye ekonomisinin neredeyse lokomotif sektörü halini almış olan Turizm Sektörü’nün öyküsü aslında böyle ilkel şartlar altında başladı. Yabancılığa olan ilgi ve özenti ‘Levis’ ve ‘Converse’ modelinden çıkmış, ‘Canlı ve Yabancı’ kimliğine dönüşmüştü. İlgimiz ve alakamız tamamen bu yöndeydi. Yabancı müşteriler memnun olsun diye yemek sonrasında restoranın ortasında göbek atan restoran sahipleri, benzin deposunu doldurup kendi özel arabasını misafirlerine tahsis eden Otel sahipleri, veda zamanı onlarca hediye alıp misafirlerini yaşlı gözlerle uğurlayan nice isimsiz kahramanların ortaya çıkmaya başladığı ve duygusallığın henüz daha ‘Manevi’ olduğu bir neo-klasik dönem.Bu dönemde ‘Maneviyat’ her şeyin üstünde olarak algılanan nitelikte, her türlü olumsuzluk ve problemi perdeleyen bir paravan niteliğindeydi. İyi niyet ve yardımseverlik bayrağının dalgalandırıldığı, atlı süvariler gibi hücum edildiği bir süreç. Adeta birer maceraperest olan her bir turizm çalışanı birçok limanı keşif etti kendince.

Ve gönüllerimizde yer eden birçok insan manzarası anılarımızdaki yerlerini aldı. Başlarda neyin yanlış ve neyi doğru olduğu çok önemli değildi. Nede olsa her icraat ‘Üstün maneviyat’ olgusu ile harmanlanmaktaydı. Turizmin o dönemlerde sadece ‘Yabancı bir insanı tanımak’ ve ‘Yardımcı olmak’ kavramının esas olduğu bir dönemdi. Özel sektör tekelindeki turizm faaliyetlerinin yolu devlet kontrolü altındaki kurumlar ile kesiştiğinde, ‘YOH’ ve ‘YASSAH’lar ile sıkça mücadele edilen o muhteşem yıllar. Ve tabii ki otelciliğin sadece 1,2 yabancı zincir otelin tekelinde bulunduğu bu dönem. Bizlere göre yabancı ve sarp kayalar üzerine inşa edilmiş, ulaşılması zor kaleler topluluğu.

Kendi mahallemizde çelik çomak oynadığımız o masumane yıllar…

Sektörün daha emekleme döneminde olduğu zamana geri döndüğümüzde, Seyahat Acenteciliği ve Otelcilik kavramları üzerinde henüz el değmemiş birçok uygulamalara tanık olduğumuzu hatırlarız. Her şeyin para ile ölçülmediği gibi, keşfetmeye ve öğrenmeye tamamen ‘AÇ’ olduğumuz bir dönemden bahsediyorum. Sektörümüz, organize turizm faaliyetlerinin başladığı 1980’li yılların ikinci yarısına çok hazırlıksız yakalandı.

Kalifiyeli, kalifiyesiz personel sıkıntısı had safhada, yabancı lisan bilgisinin çok yetersiz olduğu bu yıllarda sektörde baş gösteren büyüme trendi içerisinde personel olgusu, maalesef sınıfta kaldı. Halen hazırda bu anlamda çok fazla yol kat edilmiş değiliz. ‘’Doğruları ama sadece doğruları söyleyeceğime yemin ederim’’ şartı getirilmemiş, zaten yaptığımız her icraatın doğru olduğunu düşündüğümüz sihirli bir süreç.

Bu dönemde kendiliğinden ortaya çıkan bir nevi ‘Ombudsman’ olan ‘Ağabeylik Müessesesi’ başımızın her sıkıştığı anda bize yol gösteren, adeta bir koruyucu melek kimliğine bürünmüş olan ulvi büyüklerimiz. Sanki çoğumuz onlardan öğrendik, harmanlayarak tanımladık, yeni yorumlar katarak geliştirdik kendimizi. Turizmin ‘T’sini bilmeyen ancak sözüm ona eğitim vermeye çalışan devletin resmi eğitim kurumları, kırık tabak, çanak ve çömlekle sektöre uyum sağlamaya çalıştıkları dönem. Öğrenmeye ‘AÇ’ olarak çalıştığımız yıllarda, kısmen öğrendiklerimizin yararlarını çok daha sonraları görmüş olduk. Nihayetinde hizmet verdiğimiz topluluk ‘AÇ’ olarak karşımıza çıkarak, ‘Doyur bizi ey fani’ dercesine heybetli duruş sergilemekteydi. İşin özü, daha henüz işin başlama noktasında bulunmaktaydık. Sektörde yer alan oyuncuların daha rollerini ezberlemek ile meşgul oldukları bu dönemde, aslında her şeyi seyirciler ile birlikte karşılıklı diyalog ile geliştirdiler, adeta uygulamalı sahne performansı gibi.

Temel kavramların içtenlik ve samimiyet ile aktarıldığı bir dönemin süzgecinden geçenler bunun ne demek olduğunu iyi bilirler. Turizm sektörü kendi sosyal iç dinamik ve kavramlarını bir bakıma kendisi yarattı. Geçmiş yıllarda üzerinde çok sıklıkla konuşulan, devletin tüm ilgili kurumları tarafından terk edilmiş öksüz evlat muamelesi gören ‘Özel sektör’ emekçileri aradığı bu aidiyet ortamını ‘Ağabey’ rolünü üstlenmiş ‘Rol Modelde’ buldu. ‘Benlik duygusunun’ henüz telaffuz edilmediği, yardımlaşma ve her zaman danışılacak bir ‘Ağabey’ modelinin olduğu dönem başlamıştı. ‘Ağabeylik bu anlamda bir bakıma eksik olan bir otorite boşluğunu doldurma görevini de yerine getirmiş oluyordu. İşin içinden çıkamayanlar hep ‘Ağabey’lerini aradılar, sonuca ulaşan yolu buldular. Hepsi, kâğıt, okka ve mürekkep üçleminden bihaber nasihatlerini aldılar. ‘Şu öğrendiklerini bir kâğıda dökün bakalım, herkes okusun’ dediğiniz anda, hepsi kilitlendi. Öğrendiklerini kâğıda yazarak kendinden sonrakilere aktarma fikirleri onlara çok yabancı, bildiklerini ezbere uyguladılar.

‘Ağabeylik’ rol modeli, sektörde yer alan bazı kanaat önderleri tarafından yerine getirilmekteydi. Kendileri ayrıca ‘Yüce’ ve ‘Bilge’ alt kimliklerine sahipti. Buna benzer örnekler yüzyıllardır Anadolu’da hüküm süren toplumların üstünde tutulan modeller olmamış mıydı? ‘Kazanın doğurması’ ve ‘Göle maya çaldım, belki tutar…’ söylemleri aslında kendilerini model almış kişileri ne kadar kandırdıklarının birer derecesi değil miydi? Ancak bizim ‘Ağabeyler’ bu derece keskin söylemlerden uzak sadece kendince doğru bulduklarını aktardılar. Toplum içerisinde bulundukları statünün konumunu gözeterek yorum getirdiler olaylara. O dönemlerde doğru ve yanlış tartışılmadı, önemli olan sadece yol gösterici olmalarıydı. Bu yıllardır böyle devam etti. Aslında yaşananlar geleneksel bir usta-çırak ilişkisinden ibaret, mektepli olmayanların geçtiği bir süreç, karnesiz ve diplomasız bir ilim ve irfan yuvasına mensup insan topluluğu. Otorite boşluğunu dolduran, iş hayatındaki önemli kararların arifesinde danışılan, alınan tavsiyeler doğrultusunda yelkenlerin rüzgârla doldurulduğu bir ‘Danışma mekanizması’.

Sonrasında; ‘Ağabey’lerin eski popüliterisini kaybettiği, danışılacak, başınızı yaslayıp omzunda ağlanacak bir üst model eksikliği neticesinde kendi kararlarımızı kendimiz almaya başladığımız bir dönem. Her ‘Ağabey’ eksikliğinin yeni ‘Ağabeyler’ yarattığı, hayatımızın yeni bir dönemi, ‘Ağabeyimizden öğrendiklerimiz sorgulamanın zamanı.

‘Ağabey’ kimdir, kimleri ‘Ağabey’ olarak kabul ettik, hangi ‘Ağabey’lerin kanatları altına kayıtsız şartsız sığındık? Onlardan öğrendiklerimiz bize ne gibi yararlar sağladı? Bir ‘Ağabey’in öğütleri bizlere neyi keşif etmeyi sağladı? Güvenli bir limana mı yanaştık, yoksa azgın dalgaların arasında kalıp ölüm kalım mücadelesi mi verdik? Kendimize bu soruları sorarak içtenlik ile yanıtlama vakti geldi bence sevgili okurlar…

Yeni nesil ‘Ağabey’ler günümüzde artık tüm bildiklerini maalesef kendilerine saklayan birer ‘Sır küpü’ niteliğinde. ‘Düşsede gülsek’ ekolünü uygulamaktan son derece büyük zevk alan başarılı temsilciler. Yenidünya düzeninin tarifi zor birer post modern ‘Düzen bozucuları’. Bazen doğru ancak çoğunlukla yanlışlar üzerine kurulmuş bir dünyada adeta bir Don Kişot figürü, kendisi ile birlikte zavallı Sancho’yu da bitirme hatasını devam ettiren bir model. Sektörün içinde yer alan tüm katmanlarda yanlışların artık doğru kabul edildiği bir ortamın vazgeçilmez figürü. Her yel değirmenine yapılan rutin saldırının sonucunu kendi iç dünyasında ‘Zafer’ olarak niteleyen bir anlayışın sarhoş olmuş hali. Ve gariban Sancho’nun eşek üstünde mahkûm edilen zavallı hayatı.

‘Yanlışların yeterince yapılıp ‘Doğru’ya dönüştüğü bir ortamda bizler, ancak gerçek ‘Doğru’yu öğrenmeye yönelirsek sonuca varabiliriz. Yoksa ‘Yanlış’ olanları ‘Doğru’ bilir, ‘Yanlışlarımıza devam ederiz. Bu nedenle, ‘Doğru’ları bulmak adına yine de bir ‘Ağabeyinizin’ sesine kulak verin ancak kendi adınıza öğrenmeyi ve bilgi peşinden koşmayı hiçbir zaman bırakmayın.

Sevgi ile kalın

Can Bekin