Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin uzun dönem kredi notunu “Ba3″ten “B1’e düşürdü, görünümü de “negatifte” tuttu. Hazine ve Maliye Bakanlığı ise bunun ardından yaptığı açıklamada, Moody’s’in Türkiye kararına tepki gösterdi.
Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s tarafından verilen not indirim kararı, Türkiye ekonomisinin temel göstergeleriyle bağdaşmamakta ve bu nedenle kuruluşun analizlerinin nesnelliği ve tarafsızlığı açısından soru işaretleri yaratmaktadır” denildi.
Yine aynı açıklamada, “Kuruluş, yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin borçlarının rezervlerinden 2,6 kat fazla olduğuna vurgu yapmıştır. Bu oran, Moody’s’in bizden daha yukarıda notlandırdığı bazı gelişmekte olan ülkelerde dahi bizim çok üzerimizdedir” ifadesine yer verildi.
Bu yılın ilk çeyreğinde de borç çevirme oranının bankacılık sektörü için yüzde 128, reel sektör için yüzde 165 düzeyinde gerçekleştiği bildirilerek, döviz rezervlerine ilişkin uluslararası düzeyde üzerinde mutabakata varılmış bir ölçüt bulunmamasına rağmen Dünya Bankası verilerine göre son 5 yıllık ortalamalara bakıldığında Türkiye’nin ithalat üzerinden ölçülen rezerv yeterliliğinin Türkiye ile benzer olarak tanımlanabilecek gelişmekte olan Avrupa ülkelerine yakın seyrettiği vurgulandı.
Açıklamada, ekonomik kırılganlıklar değerlendirilirken dikkate alınması gereken bir diğer unsurun da ekonomik aktörlerin borçluluk düzeyi olduğu belirtilerek şunlar kaydedildi:
“Türkiye, hem toplam ekonomi hem de her bir ekonomik aktör düzeyinde bakıldığında oldukça güçlü bir performans göstermektedir. 2018 yılı sonu itibarıyla gelişmekte olan piyasa ekonomilerinin ortalama toplam borcunun GSYH’ye oranı yüzde 212,6 olarak gerçekleşirken, bu oran Türkiye’de yüzde 156,8’dir.
Benzer şekilde Türk kamu kesiminin borçlarının GSYH’ye oranı yüzde 33,6 düzeyinde seyrederken, gelişmekte olan piyasalar ortalaması yüzde 49,7’dir. Türk hane halklarının borç yükü GSYH’nin yüzde 14,7’si iken gelişmekte olan piyasalar ortalaması yüzde 37,6’dır.”
Finansal sektörün borç yükünün GSYH’nin yüzde 33’ü seviyesinde bulunduğu bildirilen açıklamada, şu değerlendirmelerde bulunuldu:
“Buna mukabil yükselen piyasa ortalaması yüzde 33,6 olarak gerçekleşmiştir. Reel sektörümüzün toplam borcu GSYH’mizin yüzde 75,5’i iken gelişmekte olan piyasalar ortalaması yüzde 91,7 düzeyindedir. Tüm bu verilerin yanında kamu bankalarının yeniden sermayelendirilmesinin tamamlanması, ödemeler dengesinde ithalat düşüşü ve ihracatta yaşanan artışla sağlanan düzelmenin reel olarak döviz ihtiyacını ortadan kaldırması, İVME paketiyle birlikte ihracata yönelik firmalarımızın finansmana erişiminin kolaylaştırılması ve diğer reform ajandasının kararlılıkla uygulanması, enflasyonda sağlanan düşüş trendi, artan turizm gelirleri, Adalet Bakanlığımızın Yargı Reformu Strateji Belgesi ve bunun gibi pek çok olumlu gelişmenin de göz ardı edildiğini üzülerek görmekteyiz. Normal koşullarda açıklamaya gerek bile duymadığımız ‘kurumların bağımsızlığı’ ve ‘serbest piyasa’ konusu da kredi derecelendirme kuruluşunca haksız bir şekilde ele alınmıştır.”
Merkez Bankası bağımsızlığına ve Merkez Bankasının izlediği politikalara ilişkin olarak Türkiye’nin, sabit kur rejiminin ve bağımsız olmayan para politikasının olumsuz sonuçlarını 2001 kriziyle çok ağır bir şekilde deneyimlediği belirtilerek, 2003’ten beri uygulanan ekonomi politikalarındaki temel unsurun, her koşulda serbest piyasa ekonomisinin gerekleriyle uyumlu hareket etmek olduğu vurgulandı.
Açıklamada, bugün de dalgalı döviz kuru, sermaye akımlarının serbestliği ve girişimciliğin teşvik edilmesinin, ekonomi politikalarının merkezinde yer aldığı, bunun aksinin Türkiye Cumhuriyeti için ne bugün ne de yarın asla söz konusu olmayacağı kaydedildi.