Site icon Turizm Günlüğü

Gazeteciler haberi kimin için yapar?

24 Temmuz Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü

Bir kimlik değildir ki, gazetecilik. Egoların tatmin edildiği, kurduğun ilişkilerle adam yerine koyulduğun bir sektör değildir ki, basın sektörü. Böyle gelmiş böyle gidecek, senin görevin uyum sağlamak diyemediğim için anlamaya çalışanlardanım.

Bugün 24 Temmuz Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü. Türkiye basın özgürlüğü konusunda dünya sıralamasında 157’inci sırada ve 134 gazeteci cezaevinde. Bugün aynı zamanda basın üzerindeki sansürün de kaldırılışının 111. Yıldönümünü. Yani aslında bir bayram olarak kutlanan bir gün olmalıydı. Günümüz koşullarında basın özgürlüğü için mücadele gününe dönüşmüş durumda. Basın örgütleri 24 Temmuzun yeniden bir bayram olarak kutlanmasının koşulları oluşana dek mücadele etmeyi sürdürecekleri açıklaması yapıyorlar.

Medya, güçler dengesinde uzun süredir dördüncü kuvvet olma özelliğini yitirmiş durumda. Gücünü gerçeğin yanında, halkın yararına haber yapmaktan aldığı günler çok geride kalmış gibi gözüküyor. Şimdilerde daha çok hâkim gücün sesi olmaktan öteye gidemiyor. Yapılan haberlere bakıldığında havuz medyası haberciliğinin yaygınlaştığı, muhabirlerin özgürce yaptığı özel haberlerinin gün geçtikçe azaldığı günlerden geçtiğimiz gün gibi ortada. Yapılan haberlerin dilindeki hikâye anlatıcılığı yerini sahibinin kavramlarının diline bırakmış durumda.

Peki, medyadaki bu durum uzun vadede Türkiye için nasıl sonuçlar doğuracak? Öyle görünüyor ki sürdürülebilir bir durum değil. Zira insan zihni güdükleştirilmeye er ya da geç gerekli yanıtı veriyor. Tarihte bunun kanıtı pek çok olay mevcut. Güçler dengesindeki uyum bozulduğunda masayı ayakta tutan denge/dengesizlik de bozulur. Özgürce düşünüp, düşüncelerimizi dile getirebileceğimiz günlere yeniden kavuşacağımız umudunu saklı tutarak yazılarımızı yazmayı, haberlerimizi yapmayı sürdüreceğiz elbet.

Elbette iktidar ehli gerçeği gizlemek ya da kendi istediği şekliyle duyurmak için elinden geleni ardına koymayacaktır. Buradaki kritik soru haberi yazanın, sunanın buna neden rıza gösterdiği sorusudur. İşten atılma, açlığa mahkûm edilme, cezaevine girme korkusu ya da düşüncenin dumura uğratılmışlığı patron gazeteciliğine mecbur oluşumuzun nedenleri arasında sayılabilir. Bahaneler üretmek kısa vadede bizi yaşatsa da uzun vadede zihinleri karışmış okuyucu karşısında mesleki saygınlığa büyük zarar verecektir. Zira gerçek, sokaklarda, evlerde, tüm yaşam alanlarında kendini dayatmayı sürdürecektir. Onu bir süreliğine gizliyor olduğumuzu düşünmek naiflik olur. Buradan yola çıkarak mesleki etik bakımından sorularımızı yöneltmeyi sürdürelim…

Gazeteci kimdir? Haber kimin için yapılır? Dünyadaki tanımlaması nedir? Ülkemizdeki uygulaması nasıldır? Cevaplar ideal olanla, uygulananı bir arada içerecektir. Sosyal sorumluluk aklıma ilk gelen kelime öbeği. Gazeteci sosyal sorumluluğu olan kişidir. Haberin toplumsal fayda içeren özelliği her şeyden önde olmalıdır. Kullanılan terminoloji haberi kimin ağzından yazdığınızı ayrıca kimin için yazdığınızı belirler. Peki bizim basınımızda haber kimin ağzından ve kimin için yazılıp yayımlanmaktadır? İdeal olana ulaşılabilmiş midir? Yoksa o çizgiyi çoktan yitirdik mi?

Mesleğe yeni adımını atan gazeteciler uyum sağlama ve bulundukları kabın şeklini alma yönünde bir karar mı verme durumundadır? Yoksa işin niteliğini iyileştirecek adımlar için önleri açık mıdır? Basın sektörü ‘duayenleri’ ve isimsiz kahramanları ile el ele verip içinde bulunduğu durumu ne kadar sorguluyor? Gerçekten habercilik yapmak gibi dertleri olan insanları hala barındırıyor mu bu sektör?

Sosyal haklara gelince; günü kurtarıp maaşı alabilme derdinin dışında haklarını merak eden, bilen kaç gazeteci var? Yeni başlayanlar bu konuda ne kadar bilgilendiriliyor? Köle olmanın dışında da bir seçenek oluşturmak mümkün mü diye kafa patlatanlar ne kadar yol alabildi? Ya da neden yol alamıyor? Bu analizleri yapmanın gerekliliğine kaç kişi inanıyor?

Babali için haber yapmak. Babali içinde alkışlanmak. Babali içinde saygınlık kazanmak… Bunun için neler yapılmalı? Bir anayasası var mıdır? Varsa nedir? Egoların bu kadar öne çıktığı ve sıvazlanma isteğinin bu kadar kabardığı bir sektör nasıl profillere ihtiyaç duyuyor?

Bir kimlik değildir ki, gazetecilik. Egoların tatmin edildiği, kurduğun ilişkilerle adam yerine koyulduğun bir sektör değildir ki, basın sektörü. İdeal ölçülerde, olmamalıdır. Böyle gelmiş böyle gidecek, senin görevin uyum sağlamak diyemediğim için anlamaya çalışıyorum.

Tüm bu soruların yanıtları gazetecilik mesleğinin nasıl bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunun kanıtı aslında. Bu kuşatmanın yarılması konusunda teknoloji az da olsa nefes aldırıyor olsa da yeterli değil. Sosyal medya ya da özel girişimlerin gerçeğin sesini duyurma konusunda çabaları yadsınamaz elbet. Ancak burada söz konusu olan bütünsel resim içinde meslek etiğinin daha da ötesi yaşama etiğinin büyük hasar alıyor oluşudur. Yaşamı emanet aldığımız gençler ve çocukların sorumluluğunu da taşıyarak silkinip kendimize gelmenin vaktidir. Anayasası bu insanın, her daim yürürlükte olan.

Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!
Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!
Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!
Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman

Can Yücel

Exit mobile version