Etkinlik sektörü ve tur şirketlerinin programlarına koyduğu müzik festivallerinin son dönemde tek bir elden çıktığına dair eleştiri var. Festival organizasyonlarındaki tekelleşme eğiliminin önüne geçilmezse, ileride hem müzik endüstrisi çoraklaşmaya başlayacak hem de yerel renkler kaybolacak gibi gözüküyor.
Müzik alanındaki kartelleşmeyi kim ister? Neden ister? Sanat bu haliyle nasıl bir toplumsal yapıya hizmet ediyor?
Kültür-sanat etkinlikleri duyumsayışı zenginleştirmesi, yaşamayı anlamlı kılması bakımından önemli. Nasıl olursa olsun da yanımız yöremiz şarkıya, türküye, tiyatro oyunlarına bezensin, soluk alalım. Daha çok oksijen, daha da çok oksijen diye düşünenlerdenseniz size hak vermemek elde değil. Ancak gelin görün ki bu işin ekonomisinin kimlerin elinde olduğu, hem etkinliklerin içeriğini belirliyor, hem de zaman zaman sanat yapıcılarının elini kolunu bağlayan durumların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Müzik alanının piyasa olarak değeri
BirGün Pazar ekinde bu haftasonu yayımlanan yazıda etkinlik ve konser organizasyonlarında tekelleşme eğilimine dikkat çekiliyor. Biz de yazı boyunca zihnimize takılanları okuyucularımızla paylaşalım istedik. Yazının tamamını okuyabileceğiniz linki haberin altına koyacağız, dilerseniz oradan takip edebilirsiniz.
Yazıda festival ağırlıklı bir değerlendirme yapılmış. Festivallerin yaygınlaşıyor olmasının mutluluk verici olduğu vurgusu yapılırken, festival organizasyonlarının tekelleşmesinin önüne geçilmezse ileride müzik endüstrisinde yaşanacak çoraklaşmaya, yerel renklerin kaybolacağına, yeni çıkan grupların ayakta kalmak ve dinleyicileri ile buluşmak konusunda yaşayacakları zorluklara değinilmiş. Tekelleşmenin adresi olarak da “Milyon Yapım Organizasyon” gösterilmiş. Şirketin sanatçılar üzerinde kurduğu baskıya değinilirken etkinlik programlarının içerikleri oluşturulurken yerelliğin ve çeşitliliğin göz ardı edildiği söylenerek bunun yaratabileceği olası tehlikelere değinilmiş.
Fiyat baskısı altında sanatın toplumsallaşması mümkün mü?
Bu konudaki endişe haksız da değil doğrusu. Yerel müzik gruplarına ve gençlere fırsat verilmiyor olması, sanatçılara hangi organizasyonlarda yer alabilecekleri hangilerinde yer alamayacaklarını söylemek ve gerekçe olarak da bilet satışlarındaki düşüşü gösteriyor olmak, sanatın sadece alınır satılır bir şeye indirgenmesinden başkaca ne olabilir ki? Sanat bu haliyle toplumsal bir değer yaratabilir mi sormak lazım.
Tekelleşme getirisi olan tek tipçilik liberal ekonominin de altını oyan bir uygulama aslında. Adam Smith’in “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sözünün işaret ettiği liberal iş yapma biçimleri hiç olmazsa piyasada çeşitliliği öngörüyordu. Bu sadece bizim yaşadığımız bir sorun da değil. Toplumları artık şirketler değil karteller yönetiyorlar. Düşüncenin de duyumsayışın da birbirine benzemesi, kontrol altında tutulması bu güruhun yaşam kaynağı, ekmek gibi su gibi…
Kavramların dili bize ne söylüyor?
Yazıya geri dönersek, festivaller düzenlenirken izlenen fiyat politikası etkinliklere kimlerin gidebileceğini de belirliyor. Öğrenci etkinlikleri olarak gençlerin yoğunlukta katıldıkları festivallerde her şey ateş pahası. Fiyat politikası etkinliğin düzenleneceği şehri de belirliyor. Nerede fazla müşteri varsa oraya tezgâh açılıyor olması kapitalin olmazsa olmaz yasası. Toplumsal fayda mı dediniz, önce kar maksimizasyonu gelir. Fiyat politikasına dair fikir vermesi açısında aşağıdaki tabloyu paylaşıyoruz.
Kültürel etkinlikleri örgütlemenin böylesi bir düşünüş ile yapılıyor olması kullanılan kavramlara da yansıyor. Tamamının kategori adı olarak “eğlence endüstrisi” tabiri kullanılıyor olması da gözünden kaçmıyor dikkatli okuyucunun. Etkinliklerin katılımcıları da yine yazıdan alıntılayarak, “ticari bir curcunanın müşterisi”. Bu kavramlarla konuşmayı, eylemeyi sürdüreceksek bizi pek parlak günlerin beklediğini söyleyemeyiz doğrusu. Yapılan da zaten kültür-sanat etkinliği olmanın dışında başka bir şeye dönüşecektir. Biz yine iyi zamanları ucundan kıyısından yakaladık, peki ya gelecek nesiller…