Last Updated on 31 Ağustos 2019 by Yaşar Çelik
Egenin mavi sularına açılan en güzel limanlardan biridir Çeşme. Ne ile açılırsanız açılın, görünmez bir kapıdan, fark edilmez bir geçitten, daha görüş mesafesindeki cennet adalarının eteklerinde, bir başka mavi dünyada bulursunuz kendinizi. Bir zamanlar dünyanın en büyük deniz savaşlarından birinin yaşandığı, top atışlarıyla çıra gibi tutuşan yüzlerce geminin, içinde binlerce insanla birlikte, ölümün ateş girdabına dönüşen mavi sularına gömüldüğü, Egenin incisi Çeşme’den yola çıktık bir Ağustos sabahı. Bir zamanlar cehennem ateşiyle kavrulan Ege suları bugün cennetin yeryüzündeki sureti görünümünde.
Bir cruise gemisiyle çıkılan o klasik Yunan adaları turlarından biri daha işte diyebilirsiniz tabi; yolcunun “yol mu yolculuk mu?” ikileminde yaşayıp, güzelliğe güzellik kattığı hikayesini göz ardı ederseniz. Kamaralarımıza yerleşip, köşeli lomboz formundaki buğulu pencerelerimizden veda ediyoruz Çeşme’ye. Yolculuk Ege’nin mavi sularına, Batı’ya. Colomb gibi hep batıya giderek ispat edeceğimiz bir şey yok ama görecek cennet adalar, yaşanacak keyifler var.
Küçük dünya turudur Cruise turizmi
Gün boyu yol alıyoruz, dev bir makas misali mavi atlası ikiye biçen dev gemide. İlk durağımız Mykonos’a varış yolunda yüzen şehrin yolculara sunduğu pek çok olanak var. Güverteden güverteye seyirtip, soluğu kaptan köşkünün ensesinde alıyorum, Egenin bilge derinliğindeki mavi sularını seyre dalıyorum. Restoranlar, kafeler dolup taşıyor, havuzun mavisi Egenin sularıyla yarış halinde, canlı müzik gemideki hayatın ritmine eşlik etmekte.
Cruise turları Ege’den Akdeniz’e, Atlantikten Karayiplere, dünya turu konseptiyle seyyahlar için en cazip, ülkeler için getirisi yüksek turizm faaliyetlerinin başında geliyor. Bu gemiler 600 kişiden 6 bin kişilik kapasiteye kadar çıkan büyüklükte, irili ufaklı yüzen şehirler aslında. Bir yerleşim yerinde insanoğlunun barınmadan, yemeye, spordan eğlenceye ihtiyaç duyduğu her şeye sahipler. Standart ve lüks kamaralar, restoranlar, gazinolar, seyir terasları, kafeler, free shoplar, deniz ortasında havuz, kısacası 5 yıldızlı, yüzen dev bir otel de diyebiliriz. ETS’ye ait “Gemini” adlı gemimiz 900’ü yolcu 300’ü personel, 1200 yolcu kapasiteli bir dev. Bu bir avantaj mıdır bilmiyorum ama Yunan adaları turunda rehbere ihtiyacı yok bu geminin; çünkü kaptan dahil tüm seyir ve süvari komutası Yunan uyruklu.
Ege’nin Mayorka’sı, jet sosyetenin mücevher adası Mykonos
Gemimiz etrafına efsunlu melodiler yayan dev bir müzik kutusu misali Ege’nin ipeksi sularında salına salına gün boyu yol aldı. Gün batımıyla ateşe düşen Ege’nin suları yavaşça karanlığa gömülürken; granitten oluşan, antik tanrı ve tanrıça heykellerinin yontulduğu mermer ada Mykonos’un ışıkları gecenin karanlığında kristal bir avize misali göz kırpıyor uzaktan. Gemi limana demir attığında şehrin merkezinden gelen Yunan ezgileri, adanın siestadan uyanıp uzun gece yolculuğuna çoktan başladığını müjdeliyor.
Ege’de büyük bölümü Yunanistan’a ait adaların sayısı 6 bini, üzerinde insan yaşayanların sayısı ise 200’ü buluyor. Mykonos, Yunan turizminin göz bebeği adalardan en çok ziyaret edileni. Yaklaşık 12 binlik nüfusu yaz aylarında 5 katına çıkıyor; bu hacimde küçük, pahada ağır mücevher adanın. Mücevher diyorum çünkü Avrupa jet sosyetesinin Mayorka, Nice gibi bir elin 5 parmağını geçmeyen uğrak yerlerinden biri Mykonos. Bu yüzden olsa gerek, arz-talep döngüsünde; yemede, içmede, eğlencede, alışverişte pahalı bir yer Mykonos. Türkler turizm potansiyelinde önemli yere sahip adanın. Rehberimiz alışverişi Rodos’tan yapmamızı salık veriyor.
Gemiden shuttle otobüslere binip, birkaç dakikalık yolculuğun ardından adanın kalbine giriyoruz. Henüz gündüz gözüyle göremediğimiz denizin kıyıya vuran yorgun dalgaları, meyhane ve kafelerden yayılan ışığın altında, bir akvaryum berraklığında. Kıyılarını boydan boya kaplayan eğlence mekanlarına paralel daracık, bir labirenti andıran sokakları, hediyelik eşyalarla dolup taşan alışveriş dükkanları, vitrinleri göz alıcı tasarımlarla süslü kuyumcular ve ev sahipliği yaptığı antik uygarlıklardan miras el sanatları ve imitasyon heykellerin sergilendiği galerileri ve sanat atölyeleriyle, turistlere doyumsuz bir gece gezintisi vaat ediyor.
Hırçın rüzgarların melteme dönüştüğü ada
Egenin hırçın sularıyla öpüşen eteklerinde, hepsi birbirinden güzel konseptte dekore edilmiş, loş ışıklı kafelerinden birinde nefes alıyor, ardından gezgini bir deniz feneri yalnızlığında uzaktan işret eden, Küçük Venedik bölgesinin tepesindeki yel değirmenlerine uzanıyoruz. Adanın simgesi bu yel değirmenleri yakın zamana kadar adalıların buğday öğütmesinde kullanılmış, çevresinde gece gündüz eğlence partileri düzenleniyor şimdi, birisi müze yapılmış. Bir tanesinin bahçesinde sirtaki oynuyor bir kadın ve bir erkek, arkadaşlarının alkışları arasında. Adada gün batımının en güzel seyir terası bu değirmenlerin sıralandığı tepe. Gece şehir bir başka güzel görünüyor buradan; barlardan, galerilerden yayılan müzik sesleri, gezginlerin mutlu kahkahalarıyla harmanlanıp ruhları okşayan bir uğultuya dönüşüyor.
Geceyi geçirdiğimiz gemiden yine otobüse binip gündüz gözüyle görmek için adanın kalbine koşuyoruz. Gece başka, gündüz başka bir dünya Mykonos, tepeden ağız dolusu gülümsüyor, belki her seyyah gibi o ilk bakış, ilk karşılaşma, durup uzun uzun seyre dalıyorum Ege’nin mağrur kraliçesini. Ada merkezinin en çok ziyaret edilen Küçük Venedik bölgesi, 300 yıl Venediklilerin hükümranlık sürdüğü dönemin mirası. Venediklilerden sonra 300 yıl hüküm süren Osmanlı pek iz bırakmış görünmüyor adada.
Hippiler tanıttı, şimdi jet sosyetenin mekanı
Adanın geleneksel mimarisine diğer adalarda olduğu gibi saygı gösterilmiş. Mykonos’un evleri 2-3 katlı, duvarları beyaz, pencere çerçeveleri ve panjurları maviye boyalı. Adalarda Ege’nin pek çok kıyı kasabasında olduğu gibi beyaz rengin tercih edilmesinin nedeni, yaz aylarında ortalama 35-40 derecelerde seyreden sıcağı öteleyerek, taş evlerin içini serin tutmak. Tabi bir de estetik boyutu var işin. 1930’lu yıllara kadar evlerin renklerinde çeşitlilik görülürken, bu tarihten itibaren tüm adalarda beyaz badana zorunluluğu getirilmiş. Mavi renk denizin mavisi, beyaz renk dalgaların köpüğünü de simgeliyor, estetik uyumu üst düzeye taşıyor adalarda. Adanın mimarisi doğal koşullara ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı inşa edilmiş bir forma sahip. Sokakların dar ve labirentimsi formu hem rüzgara, hem de orta çağdaki korsan saldırılarına karşı bir önlem olarak inşa edilmiş.
Avrupa jet sosyetesinin üssü haline gelen adanın tanınmışlığı çok değil yarım yüzyıl öncesine dayanıyor. 1960’lı yıllarda alternatif hayat yaşamaya gelen hippilerin tanıtımıyla turist akışı başlamış adaya. O günlerin mirası meşhur çıplaklar plajı da hala adanın güney ucunda, Yeni Paradise adıyla varlığını koruyor. Adanın bir zamanlar geçim kaynağı tekstilmiş. O günlerden kalma geleneksel çıkrığıyla yün eğiren yaşlı bir adalı teyzeyle karşılaşıyoruz; fotoğraf makineme gülümsüyor yorgun.
Gecenin ışıklarıyla oynaşan gündüz bakiresi
Adanın güneyi dünyanın belki en güzel üç güzel plajına ev sahipliği yapıyor ve merkeziyle oldukça hareketli. Kuzeyi lüks villaların tarihi dokuya uygun inşa edildiği, sakin koylarıyla münzevilerin sığınma yeri görünümünde. Mykonos deniz, kum ve güneşten daha fazlası. Yaklaşık 400 kilise var ve arkeoloji müzesi, sanat galerileri, antik kalıntıların büyük oranda korunduğu Delos adasına günlük tur imkanıyla kültür turizminin de gözbebeği durumunda.
Yunan mitolojisine göre Ay Tanrıçası (Bakireliğin tanrıçasıdır ayrıca) Artemis ile ikizi, ateşin ve ışığın tanrısı Apollo’nun doğduğu yer Mykonos. Komşu adaya adını veren Kral Delos’un oğlu Mykonos’tan almış adını. Bir başka mitolojik öyküye göre Herkül’ün görevlerinden biri devlerle savaşmaktır ve öldürdüğü devler denize düşerek şekil değiştirip Mykonos adasını oluşturmuştur. Gündüz Artemis’in bakireliği güzelliğinde, gece Apollo’nun ışığında oynaşan şehri tan vakti terk ediyoruz.
Kayıp Atlantis düşünden Santorini’ye uyanmak
Ege sularının fısıltılı ninnisi, gemimizin beşik misali yumuşak salınımı eşliğinde çekilen nefis uykunun ardından, demir alışımızla uyanıyorum. Kamaramın penceresinde distopik bir manzara. 90 derece yükselen 300 metrelik kara kayaların zirvesine serpilmiş beyaz evleriyle dev bir uzay gemisi görünümünde sıra dışı bir ada, başka dünyalardan gelip demir atmış gibi Egenin sularına ve her an demir alma tedirginliğinde biraz. Beyaz, iç içe, üst üste postmodern bir labirent misali, uçurumun kıyısında yükselen, oval mimarili evleriyle volkanik ada Santorini burası. Ada dev, yalçın kayalıkların üstünde yükseliyor.
Deniz kıyısından birden, keskin bir şekilde yükselen adanın kuzey tarafında bıçakla kesilmiş dev mermer ocağını andıran bir bölüm dikkat çekiyor. Dibinde tuhaf formlu, hurda iş makineleri atıl duruyor. Süveyş kanalı inşa edilirken, kanalın yatağına konulmak üzere bu adanın dayanıklı volkanik kayalarından dev parçalar kesilerek gemilerle Mısır’a taşınmış. Daha sonra adanın volkanik zenginliğini ve zaten küçük olan ebadını kemiren bu işleme tepkiler üzerine son verilmiş. Platon, Santorini’nin ani doğal felaket sonucu kaybolan Atlantis olduğuna inanmıştı. Santorini’nin uzantısı yarım daire biçimindeki adaların ortasındaki boşluk, 2 bin 500 yıl önce meydana gelen volkanik patlama sonucu ortaya çıkan bir çöküntüye işaret. 73 kilometrekarelik parçası çökmüş adanın ve denizin altında kalmış. Kayıp Atlantik söylence nedenlerinden biri bu çöküntü, kayıp kara parçası. 1956’da bir büyük depremde yine yıkılmış Santorini ve büyük oranda yeniden inşa edilmiş.
Dünyanın en çok fotoğraf çekilen mekanı; Oia
Fira adlı merkez yerleşimin ve adanın öteki ucundaki Oia’nın, adanın arka tarafındaki denize uzanan düzlükler yerine 200 ile 400 metreyi aşan kayalıkların zirvesine inşa edilmesi, orta çağdaki korsan saldırılardan korunma amacıyla açıklanıyor. Ege turizmiyle ilgili broşürleri süsleyen, kartal yuvası misali 300 metrelik kayaların yüzeyinde, labirent merdiven formunda iç içe inşa edilmiş Santorini evleri, dünyanın en çok fotoğraflanan yeri yapıyor adayı.
Adanın 300 metre yukarıdaki merkezine varmanın iki yolu var; biri kişi başı 6 Euro alınan, birkaç dakikalık teleferik yolculuğu, diğeri adanın tepesine yılankavi uzanan, taş döşeli geniş merdivenli yoldan eşek ya da katır sırtında, aynı fiyata ama biraz uzun ve daha keyifli bir yolculuk. Yürüyerek çıkan yok mu var ama tepeye varıldığında adayı gezecek enerjinin daha başlangıçta tüketilmesi anlamına geliyor bu. Merkeze çıkarken sıra kuyruğuna girilen teleferik, akşam dönüşü rahat. Manzarayı içine sindire sindire yarım saatlik bir merdiven yolculuğuyla denize inmek ise büyük keyif.
Senin çatın, benim bahçem
Çok az manzara, özenilerek çekilmiş fotoğraflarında göründüğüyle aynı hissi verir gören göze. Santorini öyle değil. O daracık, merdivenlerle inilip çıkılan sokaklarında dolaşırken masal diyarını andıran, adanın en çok turist çeken yerleşim yeri Ios, fotoğrafındakilerden daha gerçek, daha canlı, daha masalsı. Dünyada fotoğraf en çok çekilen yer burası. Bir küçük adanın dokusu korunmuş konsepti, tanıtım yüzüyle Yunanistan’ı dünyada turizm geliriz en yüksek ülkeler sıralamasında en üst sıralara taşıyor. Beyaz ve mavinin ezelden nikahlı yaşadığı Ios evleri, butik otelleri, sonsuzluk havuzları, doyumsuz manzaralı, sanatkarane dekore edilmiş kafe ve restoranlarıyla dev bir transatlantikten ya da devasa bir uzay gemisinden mavi boşluğu seyir hissi veriyor gezgine. Evlerin oval mimaride iç içe, bir arı kovanı misali inşa edilmesinin nedeni, deprem riskine karşı alınmış bir önlem aynı zamanda.
Gezip eğlendiğiniz yer bizim evimiz
Ios, merkezden otomobil ya da otobüsle ulaşılabilen, adanın öteki ucunda ve yine kayalık bir tepede kurulmuş yerleşim. Her karesi milyonlarca kez fotoğraflanmış Ios’un inişli çıkışlı merdivenleriyle gezilen tüm sokakları insan kaynıyor, her köşesinde arkasını denize, yüzünü güneşe dönmüş turistler en güzel fotoğraflarını çektirmek için kuyruğa girmiş durumdalar. Öyle bir yoğunluk ki “Gezip eğlendiğiniz yer, bizim evimiz” yazılı saygı uyarısında bulunan tabelaların neden konulduğunu anlıyorsunuz. Bu nedenle evlerin arasında tümüyle gezinmek mümkün değil, özel alanlar, küçük zincirlerle kapatılmış durumda.
Önlerindeki küçük havuz jakuzilerde serinleyip mavi Egeyi seyre dalan, Avrupalı zengin turistlerin epeyce döviz bıraktığı yer Santorini. Mykonos gibi pahalı ama sanatta ve el zanaatında bir o kadar kaliteli ve üretken Santorini. Eşek sütünden kremler, sabunlar ve benzeri kozmetik ürünler yöreye özel. Santorini’nin yanardağ küflerinden oluşan bereketli toprakları, yetişen tarım ürünlerini de buraya özgü lezzet ve aromaya kavuşturuyor. Domatesindeki lezzeti dünyanın başka bir yerinde bulmak mümkün görünmüyor, sebze ve meyve üretimi adanın ihtiyacını aşan verim ve bereketlilikte. Bir de küflü toprağın ürünü üzümlerden üretilen şarabı.
Plajları da ünlü adanın. Volkanik yapısı, plajlarının kumlarında da gösteriyor kendisini. Kamari plajı siyah kumlu, Perissa kırmızı kumlu plaj olarak geçiyor. Belediye otobüsleriyle Fira’dan 1-2 Euro’ya plajlara ulaşmak mümkün. Romantizm adası olarak da biliniyor Santorini. O masalsı, mimari dekoru nedeniyle balayına çıkan çiftlerin dev, doğal bir fotoğraf stüdyosu görünümüyle albümler doldurduğu yer. Santorini dönüşümüz Fira’dan, katır yolundan yürüyerek oldu. Gün batımında manzarayı doya doya seyrederek adayı yorgun ama mutlulukla terk ettik. Botlarla geçtiğimiz gemimiz, sabah Rodos’a varmak üzere yola çıktı kısa süre sonra. Uzun bir gece yolculuğu var açık denizde yine.
Güneş tanrısının izinde, şövalyeliğin merkezine yolculuk; Rodos
Ertesi sabah gemimiz demir aldığında, Rodos’un tarihi kalesinin sur dibine köprü atmıştı sanki; tam kalbinde uyandık, 12 adanın başşehrinin. Büyük şehirlere büyük kapılardan girmek istemişimdir hep. Rodos’un merkezine, kale içindeki eski şehre de öyle görkemli, taş bir taç kapıdan giriş yaptık. Mykonos’ta, Santoroni’de arayıp bulamadığımız Türk izleri Rodos’ta çok bariz. Rodos’un fethi Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1522 yılında, 400 parçalık bir donanma, 100 bin kişilik kara ordusuyla gerçekleşmiş. Onlarca yıl defalarca kuşatılan ada, Rodos şövalyelerinin savaşkanlığı ve çok sağlam inşa ettiği kale sayesinde mümkün olmamış.
Adadaki kalenin ve içindeki eski şehrin bugüne sapa sağlam gelmesinin, fethin gerçekleşme biçimiyle yakın ilgisi var. Şövalyeleriyle ünlü Rodos kuşatıldığında yine sert bir direnç göstermiş Osmanlı’ya. Defalarca gerçekleşen fetih atakları, kalenin kolay teslim olmayacağını gösterince, anlaşma yoluna gidilmiş. Kanuni uzun süren kuşatma sırasında, adanın merkezinde büyük bir imarethane inşa etmeye başlamış. Osmanlının adayı almak ve burada kalmaktaki kararlılığını gören şövalyeler, kaleye ve şehre zarar verilmemesi karşılığında adayı terk etmeyi kabul etmişler ve Rodos Osmanlı topraklarına katılmış.
Namık Kemal 3 yıl valilik yaptı
12 ada geçen yüzyılın başında Türk hakimiyetinden çıkana dek, yaklaşık 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış ada. Kurtuluş savaşı sonrası gerçekleşen mübadeleye dahil edilmeyen adada halen 6 bin Türk’ün yaşadığı bildiriliyor. Adanın eski şehir tabir edilen kale içi, orta çağdan bugüne dokusu hiç bozulmadan kalan, Avrupa’nın en eski şehri konumunda. Bu özelliğiyle UNESCO Kültür Mirası listesine alınmış ada. Sadece eski şehri gezmek, keşfedip keyfini sürmek birkaç gününü alır gezginin. Orta Çağda Rodos şövalyeleri tarafından inşa edilen kalede görmeye değer pek çok eser var. Bunlardan biri de Şövalyeler Caddesi boyunca yürünerek ulaşılan, bugün müze olarak kullanılan Büyük Üstatlar Sarayı (Castello).
Adada Osmanlı döneminde birçok cami, imaret, mektep, medrese ve yol yapılmış. Bunlardan 11 cami, 18 mescit, 12 çeşme, 3 hamam, Sultan Süleyman İmareti, saat kulesi, Fethi Paşa Rüştiyesi ve Hafız Ahmed Ağa Kütüphanesi günümüze kalmış. Adada 3 yıl valilik yapan vatan şairi Namık Kemal’ın zamanının çoğunu bu kütüphanede geçirdiği bildiriliyor. Deniz, kum güneş turizminin yanında, kültür turizminin göz bebeği, entelektüel çevrelerin uğrak yeri Rodos.
Şövalyeler Caddesi, Sokrates Sokak, Hipokrat Meydanı
Dünyanın 7 harikasından biri olan Rodos heykeli, ala geyik ile birlikte adanın simgesi. Antik Yunan tanrısı Helios’un (Güneş tanrısı) 33 metrelik dev heykelinin limanın çıkışında iki ayağı üzerinde yükseldiği yerde bugün iki dev sütun üzerine kondurulmuş ala geyik heykelleri bulunuyor. Heykelin, MÖ 226 yılında meydana gelen depremde yıkıldığı öne sürülüyor. Yel değirmenleri, adanın bir diğer simgesi. Limanda sahile paralel yan yana uzanan yel değirmenleri, solda liman çıkışı iki sütun üzerinde yükselen ala geyik heykelleriyle birlikte nefis bir manzara oluşturuyor.
Adanın çevresi birbirinden güzel plajlarla çevrili. Bunlardan biri de merkeze 8 kilometre uzaklıktaki Kalithea koyundaki plaj, kaplıcasıyla da ünlü. Deniz canlıları müzesi merkezde görülecek yerlerden bir başkası. Antik dünyanın en kutsal yerleri arasında yer alan Athena tapınağı, merkeze 50 kilometre uzaklıktaki Lindos şehrinde. Rodos diğer adalara göre nispeten ucuz. Yemede, içmede, alışverişte seçenek bol. Sokak ressamları şehrin ayrılmaz bir parçası. Her köşesi gezginler için nefis fotoğraflar veren bir yer Rodos. Marmaris’ten günübirlik feribotlar kalkıyor, 2 saatte ulaşıyor adaya. O nedenle Türklerle sıkça karşılaşmanız mümkün. Üç ada turumuz, akşam saatlerinde demir alan gemimizin, Türkiye kıyılarına paralel gece boyu süren yolculuğunda, başladığımız yerde, Çeşme’de sona eriyor.