Site icon Turizm Günlüğü

Deneyimli turizmcinin gözünden Türkiye turizminin 40 yıllık tarihi…

1978 yılından beri turizmle uğraşan Seventur Turizm Seyahat Acentası Sahibi Deniz Emin Tüfekçi’ye göre; doğru politikalar geliştirilse ve yanlış yatırımlara imza atılmasaydı, Türkiye turizm sektöründen yılda kişi başına 1500 Avro, toplamdaysa 100 milyar dolar gelir elde ediyor olacaktı.

Türkiye, turizmin hemen hemen her dalında eşsiz güzellik ve zenginliklere sahip bir ülke. Ancak bu müthiş potansiyeli hakkıyla değerlendirdiğini söylemek çok zor. Peki neden? Nerelerde hatalara düşülüyor? Bundan sonra nasıl bir rota izlenmeli? Bunları ve daha pek çok soruyu KOBİ Yaşam Dergisi, 1978 yılından beri sektörün içinde yer alan ve şimdiye kadar bütün gelirini turizmden elde eden Seventur Turizm Seyahat Acentası Sahibi Deniz Emin Tüfekçi’ye yöneltti.

İŞTE KOBİ YAŞAM DERGİSİ’NİN TURİZMCİ DENİZ EMİN TÜFEKÇİ İLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ RÖPORTAJ:

Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme okuyan Tüfekçi, ilk başlarda döneminin en büyük seyahat acentelerinden birini bünyesinde barındıran Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı’nda (TMGT) görev yapıyor. Öyle ki TMGT, döviz darboğazının zirveye çıktığı 1970’lerde gençlik turizmiyle ülkeye yılda 2 milyon dolar kazandırıyor.

SEVENTUR’UN KURULUŞU

12 Eylül 1980 askeri müdahalesiyle durma noktasına gelse de Tüfekçi, sektörün gelecekte ümit vaat ettiğine inanıyor ve yeniden demokrasiye dönülme sürecinin yaşandığı 1983’te TMGT’den arkadaşlarıyla beraber Seventur’u kuruyor.

“BENİM GİBİ 100 BİN KİŞİ OLSA…”

40 civarındaki ülkeyle çalıştıkları zamanlar oluyor. 1995’ten bu yana da şirketi tek başına yönetiyor. “Ta o yıllarda benim gibi 100 bin kişi olsa ve her biri ülkeye ihracat ve turizm gibi yollardan yılda 100 bin dolar kazandırsa 100 milyar dolar yapar diye hesaplamıştım” diyen Tüfekçi, turizmin devlet politikası haline gelmesi gerektiğini dile getiriyor.

Bir türlü sanayileşme hamlesini arzuladığımız ölçüde gerçekleştiremediğimiz ortada. Kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olduğumuz tarımda da büyük gerilemeler var. Peki ümitlerin bağlandığı ve bacasız sanayi diye nitelenen turizmdeki durum nedir?

Bu sorunun cevabı nereden bakıldığına göre değişir.

“1970’LERDE TURİST SAYISI 1 MİLYONDU”

Kuş bakışındaki hal nasıl?

Turizme başladığım 1970’lerde yılda 1 milyon turistin geldiği ve 600-700 milyon dolar gelir bıraktığı bir tablo vardı. Her şey çok bakirdi ve henüz turizm potansiyelimizi dünyada tanıtabilmiş değildik. Öyle bir çabaya gerek de duyulmamıştı.

Tanıtımımızı ülkelerine döndüklerinde turistler yapıyordu. Biz acemi turizmciler her şeyi başka ülkelerin turizm önderlerinden öğrenmeye başladık. Turistin ihtiyaçlarını gözlemleyip ona uygun yapıyı oluşturmaya gayret ettik.

1978’den beri Sultanahmet’te çalışan bir turizmciyim. O yıllarda turistler otobüslerle gelip pansiyonlar ya da hostellerde konaklıyordu. Oradan yine otobüslerle Kapadokya veya Efes gibi bildikleri yerlere gidiyorlardı. Fransızca çekilen birkaç film Kapadokya’nın tanınmasını sağladı. Yabancı operatörlerle Avrupa’da açılan ofisler aracılığıyla imkanlar ölçüsünde Türkiye tanıtılmaya çalışıldı ve turist gelmeye başladı.

“12 EYLÜL’DE BÜTÜN İLİŞKİLER KOPTU”

1980’den sonraki 3 yılda turizmde sıkıntı yaşandı. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi ve dikta yönetimi Türkiye’nin Batı’daki imajını çok olumsuz etkiledi. Örneğin biz farklı ülkelerden 25 civarında tur operatörüyle çalışmaktaydık. Onlarla bütün ilişkilerimiz koptu. O ülkelere gittiğimde şunlar söylendi:

“Türkiye iyi, güzel ve hoş ama boşuna broşür basmanın anlamı yok çünkü kimse gelmez.”

Turist; insan hakları, özgürlük ve adaletin olmadığı ülkedeki turizm hazinesini görmeye gelmiyor. O dönemde mevcut turizm hareketliliği bıçak gibi kesildi. Bugün de benzer sorunları yaşadığımız için turizm, Batı pazarından yeterince yararlanamamaktadır.

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler üçgenine değer veren Batı kamuoyu gözünde Türkiye tercih edilen ülke olamıyor. 1983’teki özgür seçimlerle, ne derece oturduğu tartışılsa da demokrasiye geçilmesiyle birlikte yeniden canlandı.

“HERKES ÖZAL İLE BAŞLADIĞINI SANIR AMA…”

Turizmdeki bu canlanmada Turgut Özal’ın 1983 sonbaharında Başbakan seçilmesi ve “bacasız sanayi” nitelemesi ve teşvikler etkili oldu sanırım…

Demokrasiye geçişin etkisi bu. Herkes canlanmanın Özal’la başladığını sanır ama olayın gerçeği şöyledir. Turizmin teşvik edilmesini; 12 Eylül sonrası idareyi yürüten konseyde yer alan Deniz Kuvvetleri’nden generaller, özellikle de albaylar önerdi. Bunlar iyi yetişmiş, dünyayı tanıyan, bilen ve turizmi de gözlemlemiş kişilerdi. Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) turizmin teşvik edilmesi önerisi onların kanalıyla iletildi. Özal da 12 Eylül öncesi DPT Müsteşarı; askeri müdahale sonrası kurulan Bülent Ulusu Hükümeti’nde de başbakan yardımcısı idi. Turizme teşvik politikasının tuttuğunu görünce başbakanken devam ettirdi. Turizmle ilgili yatırım hamlesi başladı. Fikir çok güzeldi ancak bu hamleye dair bir plan olmadığı görüldü. Politikalar ve stratejiler oluşturulmamıştı.

“DÖVİZ GELSİN DE NASIL GELİRSE GELSİN!”

Neden oluşturulamadı; Özal hükümetleri sizler gibi turizm sektörünün bileşenleriyle irtibata geçmedi mi?

Geçti mi geçmedi mi tam bilemiyorum ama strateji ve politika oluşturma iradesi politikacılardadır. Onlar, “Bizim dövize ihtiyacımız var. Nasıl olursa olsun ama döviz gelsin.” dedi. Her yere oteller, turistik tesisler yapıldı. Fakat plan yoktu. Bu otellerin sayısı, kapasitesi, kime yönelik olacağı ve bunların ihtiyaç duyacağı altyapılar belirlenmemişti.

Aslında o sıralarda ihtiyacı karşılayacak kadar oteller vardı. Doluyorlar ve para kazanıyorlardı. Bunu görenler yan yana otel açmaya başladı. Mimari özelliklerine bile bakılmadı.

Güzel bir örnek vereyim. 1973’te Bülent Ecevit Hükümeti görevdeydi. Deniz Baykal, Maliye Bakanı idi. Dünya Bankası’nca kredi desteği verilen Güney Antalya Otel Yatırımı Projesi, Kemer’de hayata geçirildi. Baykal, kredinin bu proje yerine köylüye ve tarım sektörüne verilmesini isterken, CHP Milletvekili Alev Coşkun, Deniz Bey’in düşüncesine karşı çıktı ve proje devam etti. Kemer bugün bile çok düzgün bir turizm alanıdır. Antalya’nın Türkiye’nin en önemli turizm merkezi olmasının arka planındaki sebep Kemer’deki projedir. Bu sadece bir inşaat projesi değildi. Binaların atıkları bile hesaplanmıştı. Güneş enerjisinden yararlanılması düşünülmüştü. Çevre korundu. Ağaçlar kesilmedi, binalar boş yerlere yapıldı, ağaçların boyunu geçmedi.

Maalesef Özal’la birlikte isteyen istediği yere devletin arazini alarak dilediği katta tesis yapabilir oldu. Tek korunabilen yer bataklık yapısından dolayı Belek oldu.

Turizm Bakanlığı verileriyle bugün yılda 45 milyon turist ve 35 milyar dolar gelir noktasındayız. Büyüklüğe göre 6. veya 7. turizm ülkesiyiz. Peki, biz turizmden kazanan mı yoksa kaybeden ülke miyiz?

“TURİZM POLİTİKAMIZ ELEŞTİRİLEMEZ ÇÜNKÜ YOK!”

Tam da söz buraya gelmişken şunu sormalıyız: Deniziyle, kumuyla, tarihiyle, tabiatıyla, inancıyla turizmdeki potansiyelimiz nedir? Uygulanan politikalar bu potansiyeli değerlendirmede isabet kaydedebiliyor mu?

Turizm politikalarımızda eleştirilecek bir yan görmüyorum çünkü öyle bir politika yok. Bölgesel, yerel ve yarım yamalak işler yapılıyor. Bunlar da bizi hiçbir yere götürmüyor. Turizm master planı deyince; yazılıyor, çiziliyor ve kâğıtlarda kalıyor. 7 – 8 yıl önce “Turizm Stratejisi 2023” diye bir çalışma hazırlandı; evlere şenlik! Zaten kimse de dönüp bakmadı.

“BAKAN ATEŞ VE MÜSTEŞAR GÖYMEN İYİ İŞLER YAPTI”

Neden hala olması gerektiği gibi bir plan yok? Sektörün icracıları yürütme erkiyle koordinasyon kuramıyorlar mı?

1992 – 93’de Doğru Yol Partisi ile SHP’nin kurduğu hükümette SHP’li Abdülkadir Ateş, Turizm Bakanı idi. Müsteşarı Prof. Dr. Korel Göymen ile birlikte kafa kafaya verdiler ve o güne kadar özlemle baktığımız dini turlarla (inanç turizmi) ilgili çalışmalar yaptılar.

Dünyadaki ilk kilise Saint Pierre, Antakya’daydı. Hristiyanlığın başlangıcındaki 7 ana kilise Anadolu’daydı. Bunları gösteren haritalar üretildi. Bunlarla kalmayıp yayla turizmini ve raftingi vizyona koydular. Mersin’den başlayıp Çanakkale’ye kadar “Atık Su Arıtma Tesisi Projesi’ni (ATAK)” hayata geçirdiler.

Doğu Akdeniz ülkeleri Mısır, İsrail, Ürdün, Lübnan, Türkiye ve Yunanistan’ın turizm bakanlarının katıldığı Kahire’deki paneli takip etmiştim. Bakanımız Abdülkadir Ateş, çevreyle ilgili bir konuyu anlatırken “ülkemizde masalara su plastik şişelerde değil cam sürahilerde konur” diyerek dünyaya nazikçe çevre duyarlılığı dersi vermişti. Turizmin ancak korunarak, kirletmeden, yıkmadan, bozmadan ve yerel halka yararı hiçbir zaman göz ardı edilmeden yapılması gerektiğini anlayışındaydı. Sektör, attıkları adımlarının faydalarını gördü.

“İSPANYA’NIN HATALARINI GÖZLEMLESEK YETERDİ”

Yayla turizminin başlaması önemli ama bugün yaylalar çarpık yapılaşmalara kurban edilmiş halde… Neden böyle oldu?

Yaylaları korumak için öncelikle yolları asfalt olmamalıdır. Yoğun bir turizm aktivitesine göm yumulmamalıdır. Asfalt yollarla kolay ulaşılıyor ama oralara çimento, demir, tuğla taşınıyor ve tabiatın ortasına betonlar yığılıyor. Ne bir estetikleri var ne de yöresel öğeleri var. Gölün atık suya dönüştüğü, ortamın yeşilden griye, beton yığınına döndüğü Uzungöl örneğindeki gibi.

“DEVLET TURİZMLE İLGİLENDİ AMA YALNIZCA GELİRİYLE…”

Zamanında bu tehlikenin uyarısını yaptık. Devlet turizmle ilgilendi ama yalnızca geliriyle. Aklı başında bir hükümet oturup da denizden sağlığa, inançtan tarihe kadar ülke bazında ve yerel yöneticisinden sektörün temsilcilerine dek herkesin görüşlerinin yer bulduğu bir turizm politikası üretemedi. Bu iş üç beş günlük panellerle olmuyor. İspanya’nın içine düştüğü hataları gözlemlesek yeterliydi.

“SON 20 YILDA ERTUĞRUL GÜNAY İZ BIRAKTI”

Bakan Ateş ve Müsteşar Göymen’den sonra takdir ettiğiniz çalışmalar yürüten politikacılar ve bürokratlar olmadı mı hiç?

Son 20 yıldaki çalışmalara bakıldığında bu sektörde iyi iz bırakan bir tane bakandan bahsedebilirim. O da Ertuğrul Günay. 5.5 yıl kadar bakanlık yaptı ama hükümetinin izin verdiği ölçüde… Kafasında olan birçok şeyi gerçekleştiremediğini biliyoruz. Ucube yapı; Kars’taki insanlık anıtı değildi; Zeytinburnu’na dikilen gökdelenlerdi. Anıt yıkıldı ancak gökdelenlerin tek bir katına dokunulamadı. Bundan 30 sene önceki İstanbul’u koruyabilseydik bugün bu şehirde başka bir turizm olurdu. İstanbul’a odasında yemek pişiren turist gelmezdi. Daha ucuzu yok mantığına sahip turist değil, kültürleri merak eden ve alışverişini de yapıp ciddi miktarda döviz bırakan turist gelirdi. İspanya’da bir turist kişi başına 1150 Avro harcama yapıyor. Bizdeki tutar bunun yarısı kadar.

“KİŞİ BAŞI TURİZM GELİRİ 1500 AVRO’YU AŞARDI”

Plan ve stratejimiz olsa ve anlattıklarınız pratiğe dönüşseydi turist sayısı ile turizm gelirimiz ne kadar olurdu?

Biz İspanya’dan çok farklı özelliklere sahibiz. Bir defa Türkiye’nin coğrafi konumu büyük bir avantaj. Yaklaşık 500 milyon kişi ortalama 3 saatlik, 1 milyara yakın insan da yaklaşık 5-6 saatlik uçuşla Türkiye’ye ulaşabiliyor. Kişi başı turizm gelirimiz 1500 Avro’dan aşağı olmazdı. İspanya’ya yılda 75-80 milyon turist gidiyor. Gerekenler yapılsaydı turizmden senede 100 milyar dolar kazanan bir ülke olabilirdik.

Bu parayı niçin kazanamıyoruz şimdilerde?

Kuşadası’nın 1970’li yıllarını biliyorum. Bodrum’un, Marmaris’in, Datça’nın, Antalya’nın, Kapadokya’nın, Alanya’nın, İstanbul’un o yıllarını yaşadım. Özellikle Antalya ve Marmaris gibi yerlerin turizm haritasında yeri yoktu. Erdek, Akçakoca, Şarköy önemliydi. Bodrum ve Kuşadası’nın birazcık adı vardı. Bir de Efes ve Kapadokya’nın. O senelerde Kuşadası’nın her yerinden denize girilebiliyordu. Pırıl pırıl kumsalı ve denizi vardı; iskelesinden balık tutulurdu. Bugün içinden denize giremezsiniz. Sadece yat limanının orada 100 metrelik bir alan var. Kuşadası’nın güzelliği kalmadı.

Tayland’da Pattaya diye doğayla iç içe ve dünyaca meşhur bir turistik yer var. 1981’de gittiğimde gözlemledim ki, oraya bu anlamda 1 puan verilirse Marmaris’e 100 puan vermek lazım. O senelerde Marmaris’in her yerinden denize girmek mümkündü. Deniz yeşille iç içeydi. Marmaris şu anda beton yığını. Pattaya’da tabiat hala korunuyor. Biz bu güzellikleri yok ettik. Antalya sahiline tepeden bakın her yer beton.

“TURİSTİN ATIKLARINI TEMİZLEYECEK SİSTEMİMİZ YOK”

Antalya’ya 15 milyon turist bekleniyor. Bu kadar insanın tuvalet ihtiyacını düşünün. Turizm sezonunda bu şehirde günde 1 milyon insan konaklıyor. Bunların atıklarını temizleyecek sistemimiz yok. Mavi bayraklı otellerimiz, bu bayrağı mart ayında değil de temmuzda almaya kalksalar herhalde onlara kahverengi bayrak verirler. Doğayı yok ettik, var olanları korumadık. Turizmden kazanan değil, kaybeden ülkeyiz.

Peki, bu saatten sonra neler yapılmalı?

Birincisi özellikle Akdeniz’de, Ege’de hatta İstanbul’da yeni bir turizm yatırımının hayata geçmesi engellenmeli. Belki butik oteller olabilir. Dünyada bunlara bir eğilim de var. Çünkü Türkiye’deki otellerin doluluk oranı yüzde 45 civarında. İkincisi bu kadar seyahat acentesi olmasına asla izin verilmemeli… 12 bin civarında acente var. Türkiye’yi pazarlayanlarının sayısı en iyi ihtimalle 500 olmalı. 5 yıldızlı anlı şanlı “her şey dahil” otellerimiz bir geceyi kişi başına 40 Avro’ya satabiliyor. Sezon ortalaması bu. 40 Avro’ya İtalya’da ancak 3 yıldızlı otelde kalabilirsiniz ve buna sadece kahvaltı dahildir. Dünya’nın en ucuz ve en kaliteli servisi olan ülkesiyiz. Bu ülke bu fiyatlara pazarlanmamalı.

“TURİZMCİLER SİYASETİ DOĞRU YÖNLENDİREMEDİ”

Bu tablonun sebebi ne?

Turizm sektörümüz bu konuda ortaya irade koyamıyor. Temsilcileri bugüne dek hep karınlarından konuştular. Siyaseti doğru yönlendirmeyi beceremediler. Çünkü başlarındaki arkadaşlarımız göbeklerinden siyasete bağlılar. Yalnızca başa felaket geldiğinde ağlamakla yetinildi. O da sessizce…

Gezi Parkı olayları, Rus uçağının düşürülmesi ve Sultanahmet ve İstanbul’da patlayan bomba olayları sonrası Batı pazarından gelen turist sayısı 17 milyondan 7 milyona düştü. Ürün ve hizmetlerimiz daha ziyade Batı pazarına endeksli. Batılı turist, insan hakları, demokrasi, adalet ve özgürlükler konusunda çok hassas. Mart ayında Berlin’de yapılan ve dünyanın her yerinden katılımcının olduğu turizm fuarında Türkiye’nin 2 bin 500 metrekarelik standı var. Üç sene önceki fuarda diğer ülkelerin stantları ziyaretçi doluyken bizimki bomboştu. Batı’daki kamuoyu hükümetlerini yönlendirir. Bizdeki gibi hükümetler kamuoyuna yön vermez. Onca hediyelere rağmen bilinçli olarak standımıza gelmediler.

“SEKTÖR SON 5 YILDA 100 MİLYAR DOLAR KAYBETTİ”

Bundan sonra yapılması gerekenler maddesine başka neleri ilave edeceksiniz?

Üçüncüsü de tanıtım. Bu çok ama çok önemli. Afiş ve broşür dönemi artık geride kaldı. İnsanlara ulaşmak istiyorsanız bunun yolu internet ve akıllı telefonlar. Bu yolla reklamlar ve tanıtım unsurları hızla kitlelere ulaşmakta. Tanıtım faaliyetlerine finans desteği sağlanmalı.

2018’in yazından bu yana içinizden biri Turizm Bakanı… Anlattığınız konularda bir değişiklik meydana gelmedi mi?

Turizm Bakanımız olan meslektaşımız konuyu her yönüyle bilen bir kişi. Fakat hükümet başka bir şey. Bakan olmak, her şeyi yapabilmek anlamına gelmiyor.

2015 uçak krizinde ve diğer olaylar yüzünden turizm sektörü ağır bir darbe yedi. Birçok otel haczedildi. Son 5 senedeki toplam kaybımız 100 milyar dolar. Çünkü destek görmedik. En son yaşanan Thomas Cook adlı tur operatörünün batışıyla meydana gelen krizden örnek vereyim.

Bakan’a göre 150 milyon dolarlık, sektöre göreyse 350 milyon Avro’luk bir zararımız var. Bakan 50 milyon Avro’luk düşük faizli ve kısa vadeli bir paket açıkladı. İspanya aynı kriz için sektörüne 700 milyon Avro’luk paket sundu. Tek maddeli kanun hükmünde kararname çıkarmışlar. Çünkü onlarınki devlet politikası. Geçenlerde hükümetimiz Uzakdoğu pazarının öneminden söz etti. Çok önem verildiği söylenen Çin’de şu anda turizm müşavirimiz bulunmuyor. Malezya’dan idare ediliyor. 350 bin civarındaki Çinli turist sayısını en kısa sürede 1 milyona çıkartmak istediğimizi söylerken müşavirimiz yok. Tanıtım konusunda devlet politikamız olmalı.

“3.5 MİLYONLUK GÜRCİSTAN’DAN 2.8 MİLYON TURİST GELMİŞ!”

Ülkeye, 44 milyon turistin geleceği belirtilirken niye otellerin doluluk oranı hala yüzde 50… Niye? 5 yıldızlı otellerimiz, Avrupa’da 350 – 400 Avro’ya konaklanabilirken, 50 – 60 Dolara kahvaltısı dahil oda satmak zorunda kalıyor?

En çok turist gelen ülkeler sıralamasında Gürcistan 3’üncü, Bulgaristan 4’üncü. Yani 3.5 milyon nüfuslu Gürcistan’dan 2 milyon 800 bin turist gelmiş!

Kayıtlarda bu görünüyor. Her sınırdan geçene turist muamelesi yapılıyor. Çok azı turist. Gelip evlerde çalışıyorlar. 3 ayda bir çıkmak zorundalar.

Sultanahmet’e genellikle Batı’dan alım gücü yüksek olan turist gelirdi. Oda fiyatı 100 – 150 Avro idi. Odada yemek pişirme eğilimindeki Arap turistlerse daha ucuz olan Laleli ve Taksim otellerinde kalırdı. Araplar da artık Sultanahmet’e geliyor. Çünkü fiyat Batılılar çekilince 50 Avro seviyesine indi. Laleli’nin, Aksaray’ın arka taraflarında Türkçe konuşan bulamazsın. Afrika’nın mozaiği, başta Özbekler, Kırrgızlar, Orta Asya ülkeleri vatandaşları orada. Hepsi turist sayılıyor.


 NOTLAR… NOTLAR…. NOTLAR….

Exit mobile version