Last Updated on 31 Temmuz 2021 by Yaşar Çelik
“Ren Nehri Rhone Nehri gibi hızlı akar; Loire Nehri gibi geniş, Loire Nehri gibi derindir. Seine Nehri gibi kıvrımlıdır. Somme Nehri kadar berrak ve yeşil, Tiber Nehri gibi muhteşem bir tarihe sahiptir. Tuna gibi muhteşem, Nil gibi gizemli, Amerika’da bir nehir gibi parıltılı, Asya’da bir nehir gibi masal ve hayaletlerle doludur…” Victor Hugo.
Mevlana’nın dediği gibi “Nehir de insan gibidir, doğar, büyür…” ve bedenin kozmik dönüşümü gibi denize karışır, okyanus olur. 1233 kilometre uzunluğuyla Batı Avrupa’nın 2. Büyük nehri Ren’in yolculuğu İsviçre’deki Alp dağlarında başlar, güneyden kuzeye 6 ülke ve onlarca şehir, kasaba, köy kat ederek Kuzey Denizi’ne akar.
Cruisera Türk lirasındaki değer kaybını göz önüne alarak 2020 turları için çok özel indirimler sundu. Bu özel indirimli Nehir Turu fırsatını kaçırmayın. İndirimli Nehir Turları için tıklayın…
Yolculuğu boyunca coğrafyadan coğrafyaya renk değiştirir Ren; İsviçre’de beyaz, Avusturya’da gri, en büyük yürüyüşünü gerçekleştirdiği Almanya’da yeşil, Fransa’da mavi, denize ulaştığı Hollanda’da bej rengini alır; evrensel bir mesajın taşıyıcısıdır insanlığa. Hollanda’daki Flamanca ismi “Rijn”, Almanya, İsviçre, Avusturya ve Liechtenstein’daki Almanca ismi “Rhein”, Fransa ve İsviçre’deki Fransızca ismi “Rhin”, İsviçre’deki İtalyanca ismi “Reno”, Reto Romanca ismi “Rain”dir. Çocukluğumuzun çizgi film kahramanı, Alplerin kızı Heidi’nin yaşadığı Grischun kantonunda doğar, iki küçük dere halinde birleşir, konuşmaya başlar, yüzlerce derelerle büyüdüğü Orta Avrupa’da ayağa kalkar, bazen öfkelenip sel olur, sesi gür çıkan bir ergendir artık. Son yolculuğunda, deniz misali bir kilometrelik genişliğe ulaşır. Yaşlı kıtanın binlerce yıllık tarihine tanıklık etmiş bir ulu sudur artık; bilgece bir huzurla karışır Kuzey Denizi’nin buzlu, serin sularına.
İşte bu suları masal ve hayaletlerle dolu romantik Ren nehri uzunca bir süredir nehir gemilerinin düzenlediği turların gözdesi durumunda. Bu turların en gözde etabı da Aralık ayında kurulan Noel pazarları dönemi. Cruisera Turizm ile daha önce gerçekleştirdiğim Tuna Nehri turu kadar renkli, gemiyle Ren Nehri turu. Hatta topraklarını suladığı kasaba ve şehirlerin maddi-manevi zenginliğinde rol almasından dolayı olsa gerek daha asil, daha aristokrat bir havası var Tuna’ya göre Ren turunun.
Ren nehrinde Cruisera ile romantik bir yolculuk
Cruise turizminde, her şey dahil 5-7 yıldızlı otelleri andıran konseptindeki dev cruise gemilerinden farklı olarak; verilen butik hizmeti, şehirlerin ta kalbine uzanan rotasıyla, kültür turizmi yönü ağır basan nehir turlarına ilgi büyüyor. Nehir turizminde Avrupa’nın en fazla talep gören etabı ise romantik Ren turları. Yine Cruisera Turizm aracılığıyla yaptığımız turumuz İstanbul’dan Frankfurt’a uçak yolculuğuyla başladı.
Haber Önerisi: Cruisera’dan yılbaşı ve noelde unutulmayacak yeni nehir turları
İstanbul ile 2 saat farkı bulunan Frankfurt’ta vardığımızda gün batmak üzereydi. Mainz’de demirli bizi bekleyen MS CRUCEVITA gemisine geçmeden ilk Noel pazarı turumuzu Almanya’nın bu zengin sanayi şehrinde yaptık.
Nehrin hemen yanı başında kurulu büyük Noel pazarı cıvıl cıvıldı; hani bayram günleri Mısır Çarşısı’nda sırt sırta, omuz omuza mücadele ederek ilerleyebildiğiniz anlar gibi dolup taşıyordu Pazar; kıpırdamak mümkün değildi.
En uzun kuyruk yerel mutfak stantlarındaydı. Frankfurter adı verilen, domuz, geyik, dana seçenekli sosisler, elma tatlıları ve bu pazarların vazgeçilmezi sıcak şaraplar en çok ilgi görenleriydi pazarın.
İnsanların rıhtımında sıcak şarap içerek yürüyüş yaptığı şehrin demir köprüsünün parmaklıkları kelepçeli aşıkların kilitleriyle bezeli. Bir genç çift daha yanlarında getirdikleri kilidi bir demir parmaklığa kilitleyip nehre atıyor anahtarını; genç adam kadına ateşli bir öpücük kondurarak mühürlüyor aşkını sonsuza dek.
Dev müzik kutularına dönüşüyor Avrupa Noel pazarlarıyla
Gerçekte dini niteliği bulunan, Hristiyanların tevekkül günleri Aralık ayında akşamları rengarenk süslemeler, ışıklı dev çam ağaçları ve şehrin ücra sokaklarına yayılan Noel şarkıları ve sokak çalgıcılarının ezgileri şenlik yerine çeviriyor Avrupa şehirlerini.
Frankfurt’taki ilk Noel gezimizin ardından geç vakit Ren kıyısında bizi bekleyen Crucevita gemisine geçip kamaralarımıza yerleşiyoruz. Demir alırken gemimiz, biz gemi personelinin kaptanından garsonuna bizim için hazırladığı karşılama kokteyliyle coşuyor, yemekte Avrupa mutfağına özel her gün bir başka lezzeti tadıyoruz. Tur güzergahımız Avrupa’nın şarap deposu bölgeler ve yeni şaraplar tadıyoruz her yemekte. Ren nehrinin ninnisiyle dingin bir uyku çekip her sabah başka bir şehirde uyanıyoruz.
Filozofların yol yürüdüğü romantik şehir; Heidelberg
Mannheim şehrinde demir alıyor gemimiz. Kahvaltının ardından Almanya’nın üniversiteler şehri, tarihi Heidelberg’e ulaşıyoruz otobüsle. Büyük şehirlere büyük kapılardan girmek istemişimdir hep. Heidelberg’e de tarihi Karl Theodor Köprüsü üzerindeki büyük kapıdan giriyoruz. Almanya’nın en eski üniversitesi bu şehirde.
Felsefenin 3 babasından ikisinin, (birisi Karl Marx) Hegel ve Max Weber’in bir süre yaşadığı şehir Heidelberg. Filozoflar yoluyla da meşhur. Üniversitelerde felsefe dersi veren filozoflar, Neckar nehrinin öte yakasında bugün zenginlerin lüks malikanelerinin yer aldığı ormanlık sırtlarda yürüyüşe çıkar, masalsı şehri seyredip tevekküle dalarmış. Alman şair Goethe’nin övgülerine mazhar olan, Schumann’ın rapsodilerini yazdığı şehir Heidelberg. Elvis Presley Alman eşi Priscilla ile burada evlenmiş. Modern çarşısı, barok tarzı tarihi binaları, Neckar nehri üzerindeki heykellerle dolu tarihi köprüleri ve eşsiz manzarasıyla masalsı bir şehir Heidelberg.
Almanya’nın en romantik şehri ilan edilen Heidelberg bunu biraz da 2. Dünya Savaşında yıkılmayan tek şehir olmasına borçlu, tarihi dokusunu koruyor. Heidelberg Kalesi şehrin baş tacı, teleferikle çıkılabiliyor.
İmparatorluk Almanya’sının baş tacı Speyer
Speyer, Almanya’nın Roma döneminden kalma en eski şehirlerinden birisi. İmparatorluk katedrali şehrin sembolü haline gelmiş, UNESCO tarafından 1981 yılında Dünya Mirası listesine alınmış Romanesk sanatın Avrupa’daki en önemli anıtlarından biri. 300 yıl öncesine dek Alman imparatorlarının gömüldüğü katedral, imparatorluğun güç timsaliymiş. Etrafındaki geniş meydan ve göğe yükselen muhteşem bezemeleriyle bu göz alıcı anıt eser gölgesinde oturup, uzun uzun seyretmeye çağırıyor göreni.
Kutsal Üçlük Kilisesi önündeki meydan, Avrupa’nın en güzel Noel pazarlarından birine ev sahipliği yapıyor. Bir müze şehir görünümünde Speyer. Adım başı Roma kalıntılarına rastlamak mümkün. Noel pazarlarının kurulduğu Maximillian Caddesi, rengarenk ışıklandırmalarla bir masal diyarına çeviriyor şehri.
Ortaçağ’da şehrin Batı kapısı işlevi gören yaklaşık 800 yıl önce inşa edilen, 55 metre yüksekliğindeki görkemli mimarisiyle Alpörtel kulesi, Avrupa’nın önde gelen en değerli tarihi kapılarından biri ve sadece Speyer’in değil, Almanya’nın gurur kaynaklarından biri. Avrupa’daki Speyer nehir ve kara turizminde Almanya romantik rotası üzerinde mutlaka görülmesi gereken bir şehir. Alman simidi Brezel’in orijini de Speyer. Her yılın Temmuz ayında Brezel’in adını verdiği, bu yıl 120’incisi yapılacak festival şehre yaklaşık 1 milyon turist çekiyor.
En güzel masalların ilham kaynağı Colmar
Sabah gemimizin bir başka ülkeye demir attığını öğreniyoruz. Fransa’dayız, şarap diyarı Alsace’nin şarap başkenti, masal şehir Colmar’ı geziyoruz. Bir açık hava müzesi görünümünde tarihi ortaçağ kenti Colmar. Hem Fransız, daha çok Alman Colmar. 2. Dünya Savaşı sonrası Fransa topraklarına katılan son şehir. Daha şehre adımınızı atar atmaz bir rüyaya dalıyorsunuz sanki. Şehrin girişin özgürlük heykeli karşılıyor sizi. Heykelin tasarımcı Frederic Auguste Bartholdi Colmar doğumlu bir heykeltıraş. Dünyanın en ünlü heykellerinden birinin yaratıcısına ev sahipliği yapmanın gururuna işaret ediyor.
Ahşap iskeletli, omuz omuza vermiş tarihi evler kadar göz alıcı bir başka detay verniklenmiş gibi parıldayan Arnavut kaldırımları. Gördüğünüz her obje masalvari, tek gerçek altında bulunduğumuz gökyüzü sanki. Şehir her turisti fotoğrafçı yapmış, her köşesini fotoğraflama, selfi çekip manzaranın bir parçası olma telaşındalar. Daracık sokaklarında Fransız peynirlerinin ağır rayihası, kaliteli şarapların baş döndüren aromasına karışıyor. Leylek Colmar’ın simgesi. Yuvalarını evlerin bacalarına, kilise çatılarına yapmış, dönecekleri günün özlemini çekiyor şehir. Colmar’daki evlerin rengarenk olması Protestan ve Katoliklerin farklı renk tercihinden kaynaklanıyormuş.
Colmar’ın en ünlü evi Pfister’ın önü geçit vermiyor. Turistler uzun uzun bu masalsı evi seyrediyor, fotoğraflar çekiyor, selfi için sabırla kalabalığın dağılmasını bekliyor. Japonların o ünlü uçan ev animasyonunda bu evden ilham alınmış. Avrupa Rönesans dönemi ilk mimari örneklerinden biri olan Pfister evi, zengin şapkacı Lutwig Scherer için tasarlanmış. Evin ön yüzündeki süslemeler Germen İmparatorluğundan izler taşıyor. Sokakların çıktığı küçük meydanlarda kurulan şirin Noel pazarlarında mola veriyor, Frankfurter yeyip, sıcak şarap içiyoruz. Colmar’da vazgeçilmez bir başka etap, Küçük Venedik denilen masal diyarında kanal boyu yürümek.
Avrupa’nın başkenti, Noel pazarlarının da başkenti; Strazburg
Avrupa’nın başkentine geçiyoruz aynı gün; Strazburg’dayız. Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosunun hemen karşısında en çok Türkiye’den şikayet alan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Noel pazarlarının da başkenti şehir. En güzel pazarlar Strazburg’da kuruluyor, yapılan seçmelerde hep ilk sıralarda yer alıyor.
Alman Protestan etkisi Colmar gibi bu şehirde de baskın. Ortaçağ Alman mimarisinde inşa edilmiş rengarenk, tarihi evler her köşesine kartpostal havası veriyor şehrin. Matbaanın mucidi Gutenberg’e de ev sahipliği yapmış bir dönem, kitapların bir bölümünü bu şehirde basmış ünlü mucit. Heykeli adını taşıyan meydana dikilmiş. Gazeteciliğimin verdiği ilhamla selfi çekiyorum heykelin önünde. Strazburg köşe bucak yürüyerek, dokunarak, hissederek, soluyarak gezmeniz gereken şehirlerden.
Fransa’nın finans merkezlerinden biri olan, 7. Büyük şehir Strazburg’un zenginliği modern çarşılarına, mimari harikası, bakımlı binalarına yansımış durumda. Notre Dame Katedrali göz kamaştırıcı mimarisiyle şehrin kalbinde bir anıt gibi yükseliyor. 1015 yılında başlayan inşası 300 yıl süren katedral geçmiş yıllarda bininci yılını kutladı. Geç dönem gotik mimariye sahip katedral 143 metre yüksekliğiyle yüzyıllarca Avrupa’nın en yüksek binası unvanını korumuş. Müze şehir Strazburg 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmış.
Katedralin hemen arka sokağında ünlü bir pizzacıdan içeri giriyoruz. Gösterişsiz fakat tıklım tıklım restoranda Fransız peynirlerinden yapılan spesiyal pizzaları kenarından tutup iştahla mideye indiriyor insanlar; pes ediyor, hemen boş bulduğumuz bir masaya çöküyoruz. Lokal bira da çok yakışıyor pizzaya. Sahipleri Türk çıktı salonun. Önceleri başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın pek çok yerinde kebap restoranlarıyla başlayıp yemek işini büyüten Türkler artık pizza salonlarının da patronları arasına katılmış. Yemek işi Türklerden soruluyor buralarda.
Benzemez Noel pazarları birbirine, bulunduğu yerin rengini ve kültürünü yansıtır
Ertesi sabah bir başka şirin Alman şehrinde uyanıyoruz. UNESCO Dünya Mirası’na alınmış Rüdesheim. İlk gezimiz Siegfried’s Mechanical Music Museum’a. Küçük müzik kutularından tavana yükselen dev müzik otomatlarının sergilendiği tarihi bir malikanede yer alıyor.
Avrupa’nın çeşitli şehirlerinden toplanarak getirilip orta çağdan kalma bir malikanede sergilenen fonograf, laterna ve müzik kutuları arasında 100 yıl öncesine ait olup çalışanları var.
Geçen yüzyıl başına ait dev müzik kutularını müze rehberi teker teker çalıştırırken “flaşlı fotoğraf çekimi yasak, dans etmek serbest” diyor gülümseyerek.
Şehrin şarap markası Riesling’i ünlü bir şarap üreticisinin orta çağdan kalma bir han görünümündeki mekanında tadıyoruz. Eylül ayı üzümlerinden üretilmiş şarap biraz kekremsi, sonraki aylarda yapılan şarapların daha kaliteli olduğunu öğreniyoruz; tatlı ve içimi hoş. Yaklaşık 9 civarında şarap türünü yudumlamış halde kafalar biraz esrik tarihi şehrin sokaklarına vuruyoruz kendimizi. Ardından mini trenle şehrin sırtlarında yükselen bakımlı üzüm bağları arasında bir gezintiye çıkıyoruz. Rüdesheim turumuzun en verimli, en heyecanlı etaplarından biri oluyor.
Seyir terasına dönüşüyor gemimiz
Ve meşhur siren kayalıklarını göreceğimiz uzun Ren geçişimiz başlıyor, seyir terasına dönüşüyor gemimiz. Küçük köy ve kasabaların biblo güzelliğindeki binaları, kale ve kuleleriyle geçmiş zamana düşsel bir yolculuğa çıkıyoruz.
Yolcular soğuğa rağmen önümüzden ağır ağır akan kartpostallık manzaraları fotoğraflama telaşındaydı.
Rehberimiz bu kule ve kalelerin orta çağda savunmadan çok bir tür gümrük görevi gördüğünü, bölgedeki derebeylerinin gelip geçen gemilerden haraç kestiğini anlatıyor.
Bölge Avrupa’nın en kaliteli üzümlerinin yetiştiği bağlarla dolu. Şarapçılığın kazandırdığı zenginliği köy ve kasabaların bakımlılığında takip etmek mümkün.
Gemimiz siren kayalıklarından geçerken siren çalıyor, halk şarkısı Loreleji ezgisi yükseliyor geminin kaptan köşkünden. Gözlerimiz ünlü siren kayalıklarını ve nehrin yanı başında bir kayanın üzerinde heykeli yapılarak resmedilen Lorelei’i arıyor. Ren Nehri masallar ve efsanelerle dolu. Sularında hayaletler dolaşmakta. Bunlardan biri de söylentiye göre peri kızı, bir başka efsaneye göre deniz kızı olan Lorelei’nin ürkütücü ve hazin öyküsü.
Gemim yanından geçti, beni yoldan çıkardın ah Lorelei
Ren nehrinde tekneleriyle seyreden balıkçılar için en tehlikeli boğaz burası ve efsane tevatür. Rivayete göre su perisi, Ren tanrısının kızı Lorelei endamlı vücuduyla tünediği bir kayanın üzerinden güzel sesiyle şarkılar söyler, perinin büyüsünü, sesinin güzelliğine kapılan gemiciler teknelerinin rotasını şaşırarak kayalıklara çarpıp, nehrin soğuk sularında bulurmuş kendilerini. Bir gün bölgede hüküm süren kralın oğlu da teknesiyle seyahat ederken Ren’de, Lorelei’in büyülü sesine ve güzelliğine kapılır, rotasını şaşırıp kayalara çarpar ve Ren’in derin sularında kaybolur. Çok kızan kral Lorelei’in yakalanması emrini verir. Lorelei yakalanıp öldürülmekten korkarak babası Ren’den yardım ister. Lorelei’i yakalamaya gelen savaşçılar da Ren’in kabaran öfkesiyle batarak suların altında kalır, su perisi kurtulur. Efsane pek çok masal ve şarkıya konu olmuştur Avrupa tarihinde. Alman şair Heinrich Heine’ın şiiriyle vücut bulur. Almanların ünlü rock grubu Scorpions’un “Sting in the tail” adlı albümündeki Lorelei parçasının bir kıtayı alayım buraya.
Şimdi nehrin üstünde parlayan bir ışık var Çok uzaktan gözlerimi kör eden Kalpten vuruldum ama şimdi daha iyi biliyorum Çaldığın şarkıya direnmek ne kadar zor olsa da Lorelei Gemim senin yanından geçti Ve bana yolu göstereceğine söz vermene rağmen Beni yoldan çıkardın Ah, Lorelei Ne kadar aptalmışım Çünkü söylediğin her kelimeye inandım Ve şimdi nedenini merak ediyorum Lorelei
Kokulu şehir, kolonyanın başkenti Köln
Ren geçişimiz son durağımız olan Düsseldorf’tan bir önceki etabımız Köln’de noktalandı. Sabah şehir Noel tatiline uyanmış, Almanlar evlerine kapanırken sokaklarda turistlerden başka kimse yoktu.
Tatile rağmen Noel pazarları, kafe ve birahanelerle eğlence mekanlarının açık olması teskin ediciydi.
Köln Katedrali Avrupa’nın en büyük katedrali. 2. Dünya Savaşı’nda bombardımanda büyük bölümü yıkılmış ve aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Katedralin inşası tam 632 yıl sürmüş. Sürenin uzunluğu, masrafın büyüklüğü, yardım ve desteklerle peyderpey inşa edilebilmiş olması, savaşlar nedeniyle yarım kalan çalışmalar.
Katedralin görkemi içine girildiğinde daha çok anlaşılıyor. Vitraylar, sütunlardaki bezeme ve heykel kabartmaları şaheserin büyüklüğünü gösteriyor. Noel turumuz Düsseldorf’tan bindiğimiz İstanbul uçağıyla sona eriyor.