Sosyal medyada dolanırken, televizyondaki reklamlara gözümüz takıldığında ya da sevdiğimiz bir filmin sahnelerinde gördüğümüz, özenerek baktığımız o harika koylara sahip kıyı ülkelerinde; tercihe göre hareketli bir şehir hayatının ya da daha izole ve sakin bir yazlık kasabasında ‘yerli’ olmanın verdiği düşsel hazzı hangimiz yaşamadık ki?
Uçsuz bucaksız sahillerini turkuaz, camgöbeği renkte berrak suların yaladığı; restoran & barlarında tesadüfi aşkların rastlaştığı, otellerinde sunulan şımartan hizmetleriyle henüz ölmeden cenneti yaşatan bu ‘rüya’ yerlerin içinde olmayı hangimiz istemedik? Son yıllarda ekranların hayatımıza daha çok akredite olmasıyla, muazzam büyüklüklere ulaşan veri dolaşım hızıyla, geliştirilen pazarlama ve reklam yöntemleriyle, big datanın sağladığı kitlelerin ve insanların düşüncelerinin ‘DNA’sını içeren verilerle doğrudan bağlantılı olarak iç dünyamızı böylesine kışkırtan ve cezbeden hayalleri her an cebimizde taşıdığımız bu günlerde; kestirmeden böyle bir hayata atılmanın yegâne yolunu ‘harita üzerinden seçtiğimiz’ bir yerde ‘hem çalışıp, hem tatil yapmakta’ hangimiz bulmadık?
İşte tam bu nokta, birkaç zamandır üzerine düşündüğüm “Turizmde İstihdam“, “Turizmi Bekleyen Değişim“, “Turizmin Dinamikleri Nasıl Evrilecek?“, “Turizmde Gençleşme” gibi başlıkların hepsine birden akıl yürütmemi sağlayacak ipucunu bana verdi. Ben de bu yüzden bu hafta, turizmdeki istihdam verilerini ve ‘algılanan gerçekliği’ köşeme taşıma gereği duydum.
Genç istihdamı artıyor
Son yıllarda dünya genelinde ve gerek bölgeler gerekse ülkeler özelinde açıklanan verilerin gösterdiği üzere turizm sektörüne yönelim artıyor. Dünya genelinde çalışan her 100 kişiden 13’ünün turizm ya da turizmle bağlantılı sektör ve alt sektörlerde çalıştığını düşündüğümüzde ciddi boyutlarda bir istihdamdan söz edebileceğimizi anlayabiliriz. Bununla birlikte genç istihdamının artması da yeni kuşakların yazımın başında bahsettiğim düşleri gerçek yapmak arzusunda oldukları varsayımını güçlendiriyor.
#TGilekeşfet önerimiz: Öğrenciler için bir rehber: Turizm ile ilgili meslekler
Türkiye özelinde bahsetmek gerekirse, 1.3 milyonlara dayanan sigortalı istihdam rakamlarının üzerine çoğunluğu yazlık bölgelerde ve dönemsel çalıştırılan belki bir o kadar sigortasız işçiyi ekleyince takriben 2 milyonluk bir istihdam havuzuna sahip sektörümüzün, dinamik yapısı gereği (çoğunlukla alt kademelerde ve ‘yetiştirilmek üzere’) genç personellerden oluşması bir avantaj sayılabilir. Fakat bununla birlikte, çalışan bu sigortalı ya da sigortasız gençlerin girdikleri bu çalışma hayatından sağladıkları maddi-manevi her türlü kazancın, bekledikleri mesleki ya da ekonomik tatmin düzeyini karşıladığına pek emin değilim. Dolayısıyla gençlerin (çoğunlukla akranlarımın) bir heves atıldıkları bu turizm macerasının pek de o düşledikleri senaryoları yaşatmaması çok yüksek olasılık. Çoğunlukla hak ettiklerinin çok altında düşük ücretlerle, çalışma ortamında nicel ve nitel olarak yetersiz kadrolarla ve yaygın şekilde kayıt dışı çalıştırılan personellerin çalıştıkları kurum ve sektörden memnun kalmasını ve katma değer üretmesini beklemekse en yapıcı tabirle ‘hayalcilik’ olur.
Bunların yanı sıra, yeni kuşakların hayat algısıyla çoğu noktada buluşmayan yönetici ve işletme mantıklarının; işletmelerin özellikle bu dönemde yoğunlukla üzerinde durmaları gereken ‘misafir ve personel odaklılık’ temasına özen göstermesine engel olduğunu görmek çok zor değil. Bazı işletmelerse (ticari zorunluluklardan ötürü) misafir odaklı olabilseler de bu temanın diğer odağı olan ‘personel odaklı olmak’ konusunu yeni çağa uyarlayamadıkları ve çoğunlukla genç personellerini anlamadıkları için personel sirkülasyonuna dur diyemiyor. Sonra yatırımcıları ve yöneticileri ‘nerede bu personel sadakati?’ sorusunu kara kara düşünürken buluyoruz. Çok bariz ki, artık değişmesi gereken bir şeyler var: İçinde olduğumuz yeni -teknolojik- devrin gerektirdiği şekilde dünyayı algılamak ve hayatımızı buna göre sistematize etmek zorundayız!
Bırakın 20-30 yılı, bugünden 5 yıl öncesinin hayat görüşüyle bile hayatta kalmak artık pek mümkün değil. Bu yüzden günümüz dünyasının temellerini oluşturan dinamikleri iyi anlamaya (iletişim, değişen değerler ve yargılar, gelişen ve merkezi sistemden uzaklaşan iş modelleri, bireysel inisiyatifler ve sınırlar, algılar ve eğilimler vb.) ve iş modellerine uygulamaya mecburuz demek yanlış sayılmaz.
Özellikle turizm ve yiyecek & içecek sektörlerinde geçen haftalarda da bahsettiğim butik, kurumsallaşamamış ve güncel dünyanın dinamiklerini anlamayan işletmelerin de; bugünün dünyasına göre inorganik zeminlerde zayıf varlıklarını sürdürmesi ya da ‘dünün büyükleri ama yarının ölüleri’ olarak nitelendirilmeleri kaçınılmaz.
Personel neden mutsuz?
Turizm sektörüne en dipten -bir diğer deyişle çekirdekten- başlayan biri olarak gerek sahadaki tecrübelerim, gerekse yaptığım araştırmalarım doğrultusunda net bir şekilde söyleyebilirim ki; turizm personelinin mutlu olması için pek bir sebep ortada yok.
Ağır şartlar altında, düşük ücretlerle, mesai kavramı olmadan, gece gündüz ayırt etmeden, yetersiz kadrolarla, kendisini ve güncel dünyayı anlamayan işletmelerin eskimiş sistemlerinin altında çalışan pek çok turizm personelinin misafire sunduğu gülümsemesinin ardına saklanan yorgunluğunu anlamak çok da zor değil. Sektörümüzde sık kullanılan ‘misafir memnuniyeti’ denklemini hatırlayın:
‘Algılanan Memnuniyet – Beklenen Memnuniyet = Gerçek Memnuniyet/sizlik’. Bu denklemi turizm personeline uyguladığınızda memnuniyetsiz ve tatmin olamayan bir çalışan kitlesiyle karşılaşmanız şaşırtıcı olmayacaktır. Bu kitlenin genç personellerden oluştuğunu düşündüğümüzde ‘Nerede personel sadakati?’ sorusunun cevabını da acı bir gülümsemeyle bulabiliriz. İşte tam da bu yüzden işletmelerin personellerine yönelik adımlarını ivmelendirerek atmaları şart.
Peki, turizm personeline ne söylemek lazım?
Turizm personellerinin, turizme girerken kendilerini heyecanlandıran ve heveslendiren hayallerinden çok uzakta çalıştığını zaten biliyoruz. Dışarıdan algılandığı gibi olmayan bu sektör, otoriteler tarafından her şey doğru ve tastamam yapılsa da oldukça zor. ‘Üretilen hizmetin yerinde tüketimi’ olarak da nitelendirebileceğimiz turizmin dinamik yapısı ve ‘bir başka insan ya da insanlara’ odaklı oluşu yapılacak işin meşakkatini oldukça artırıyor. Bu yüzden bu mesleğin kişinin ‘mizacıyla’ doğrudan alakalı olduğunu unutmamak gerek. Çünkü turizmci olmak çoğu zaman ‘eve iş getirmek’, ‘iş hayatıyla özel hayatı beraber yaşamak’ gibi anlamlara geliyor.
Bu yüzden kendinizi turizmin cezbedici hayallerine kaptırmadan önce bu konuya eğilmeli ve yapınızın bu sektöre elverişli olup olmadığını iyice düşünmelisiniz. Aksi takdirde ne o düşlediğiniz hayatın içine kendinizi atabilirsiniz, ne de düşeceğiniz hayatın içinde fark yaratabilirsiniz.