Site icon Turizm Günlüğü

Viyana müzeleri gezi rehberi

Viyana'daki Efes Müzesi

Viyana'daki Efes Müzesi

Viyana, müze bakımından dünyanın en zengin şehirlerinin başında gelir. Saray ve kütüphaneleri ile de ünlü olan Viyana, bir zamanlar dünyaya hükmeden Osmanlılar’ın ele geçirmek isteyip ama geçiremediği tek şehirdir.

Dünya şehri Viyana

Yüzyıllar boyunca Avrupa’nın en önemli kültürel ve siyasî merkezlerinden biri olmuş ve bu kimliğini günümüzde de korumayı başarabilmiş Viyana, sadece Avusturya’nın değil, aynı zamanda sanatın ve müziğin, ayrıca Avrupa tarihinin başkenti niteliğinde. Burası, bir bakıma Batı medeniyetinin doğu sınırı sayılabilir. Avusturya’nın dokuz eyaletinden en büyüğü olan bu şehirde, sanatın her çeşidini, Avrupa tarihinin derinliklerini ve dehasını görebilmek mümkün.

Haber önerisi: Viyana Efes Müzesi, kapsamlı bir yenilemenin ardından ziyarete açıldı
Sanatın şehri Viyana’ya nefes kesen bir seyahat!
Yılbaşında Viyana’da olmak için üç iyi neden
Viyana’da kahve ve kahvehane kültürü

Gazeteci İlhan Karaçay Yazdı: Müzeler kenti Viyana

Gerek kuşatma ve gerekse müzeler konusunu, başta rehberimiz Mustafa Küçüktekin olmak üzere, Veysel Türk, Yaşar Şadoğlu ve Önder Kaya’nın katkılarıyla sizlere sunuyorum.
Önce müzeler…

Bir şehrin içinde savaş müzeleri her zaman ilgi çekici mekânlar olmaya adaydır. Hele de bu müze Londra, Paris, Viyana ya da İstanbul gibi emperyal bir geleneğe sahip şehirlerden birinde bulunuyorsa kıymeti bir kat daha artar.

Viyana, sahip olduğu müzeler nedeniyle en çok turist çeken kentlerin başında geliyor.

Arsenal Askeri Tarih Müzesi
(Heeresgeschichtliches Museum Arsenal)

Şehrin biraz dışında ve askeri bir alanın içinde kalan Viyana’daki Askeri Müze, 1850-1856 yıllarında ordunun ihtiyacını karşılamak ve silah müzesi olmak üzere yapılmıştır. 1848 ihtilalları sonrasında tarihi silah ve mühimmatın bir kısmının hem korunması hem de sergilenmesi için yeni bir binaya ihtiyaç duyulmuş ve bunun neticesinde Ludwig Foester ve Theophil Hansen’in yapımını üslendikleri bir cephanelik binası ortaya çıkmıştı. Esasen Foester ve Hansen inşaata birlikte başlamış, ilerleyen yıllarda Foester’in ortaklıktan ayrılmasıyla, Hansen inşaatı tek başına sonlandırmıştı. 1849’da inşasına başlanan yapının içindeki süslemelerin bitirilmesi 1872 yılına kadar sürdü. Resmi açılışı ise ancak 1891’de İmparator Franz Josef eliyle gerçekleşti.

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başında kapatılan müze, 1921 yılında tekrar açılmıştır. Bir kale ve bir kışla gibi gözükmektedir. Müze binasını ilk gördüğümüzde bize yabancı gelmeyen bir mimari yapı izlenimi ediniyoruz.

Daha sonra müzenin tanıtım yazılarından, bu binanın mimarisinde, mağrib-bizans ve yeni gotik tarzın hakim olduğunu öğreniyoruz. İkinci Viyana Kuşatması’ndan kalan Osmanlı ganimetlerinin sergilendiği en önemli müzelerden biri. Müzenin önemli bir bölümü bunlar için ayrılmıştır. Bu bölüme girdiğinizde tavandan aşağı doğru asılan Osmanlı sancaklarını görürsünüz.

Savaşları tasvir eden resimler de müzenin önemli eserlerinden. Bu bölümün sonuna doğru geldiğinizde bir sürprizle karşılaşacaksınız. Bir Türk çadırı bütün heybetiyle karşınızda durmakta…

Evet, savaştan kalma bir Türk çadırı da bütün haşmetiyle burada yerini almış.

Binanın dış cephesini süsleyen heykeller, dönemin en önemli heykeltıraşlarından Hans Gasser’in elinden çıkmadır. Yapının iç resimlemesi de hayli ilgi çekici öğeler içerir. Unutulmaması gereken husus binanın inşa olunduğu tarihlerde Habsburg monarşisi ayakta kalmaya, milliyetçi ayaklanmalara direnmeye çalışıyordu. Nitekim bu durumun da etkisiyle 1860’lardan itibaren devlet, en büyük azınlık grubunu oluşturan Macarların da ismini resmiyette zikredecek ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adıyla anılmaya başlanacaktı. Haliyle müze içindeki resim ve heykellerde Avusturya toplumunun ve tarihinin gücüne sıklıkla gönderme yapılır. Ortak düşmana karşı birleşik ve uyanık olma zorunluluğu dillendirilir. Doğal olarak tarihsel süreçteki en büyük düşman da Osmanlılardır. Daha girişten itibaren Osmanlı imgesine pek de hoş olmayan kuvvetli göndermeler yapan eserlerle karşılaşıyorsunuz. Burada yer alan tarihsel komutan ya da idarecilerin bir kısmının ayaklarının altında Osmanlı savaşçılarına ya da sancaklarına tesadüf etmek mümkün. Salonun diğer kısımlarında da Osmanlı Devleti’ne karşı kazanılan zaferler tavana resmedilmiş vaziyette. Zaten müzenin en çok ilgi çeken bölümlerinden biri de ikinci kattaki Osmanlı bölümü.

Müzenin gelişimi

Depolara indirilmiş olan pek çok malzeme düzenlenen müzede yerini aldı. Yeni bazı koleksiyonlar da ziyaretçilerin beğenisine sunuldu ki bunlar arasında en önemlilerinden biri I. Dünya Savaşı’nın konu edinen resim koleksiyonudur. 1938’de Avusturya’nın Alman Reich’ına katılmasından müze de nasibini aldı. Müzenin başına Berlin Askeri Müzesi’nin de başında bulunan Herees getirildi. II. Dünya Savaşı yıllarında bu binada Nazi idaresinin başarılı propaganda örneği olan bazı sergiler düzenlendi. Müze, en büyük darbeyi 10 Eylül 1944’te yedi. Bu tarihte Amerikalılar tarafından şiddetli bir biçimde bombalandı. Öyle ki kuzeydoğu kısmı tamamen yıkıldı. Savaş sonrasında yeniden yapılandırılmasına ise ancak 1946’da başlanabildi. Müzenin adı bugün de kullanılmakta olan ‘Heeresgeschichtliches Museum’a çevrildi. Askeri tarihle ilgili yeni koleksiyonlar eklendi. Sanat Tarihi Müzesi ve Belvedere Sarayı’ndan bazı parçalar da buraya aktarıldı. Bina, gerçek anlamda askeri havası ile ön plana çıkan bir sanat müzesine çevrildi. Teknik Müze’den de donanmaya ait bazı model gemiler getirilerek ayrı bir bölümde sergilenmeye başlandı. Müzedeki koleksiyonlar Avrupa’nın son beş asırdaki tarihine ışık tutar nitelikte. Ayrıca Avrupa’daki en önemli Osmanlı savaş malzemesi koleksiyonu da yine bu müzede bulunuyor.

Müzenin giriş katında hemen sağ tarafta Avusturya tarihinin farklı devrelerinde kullanılan üniformalar ve şapkalar sergileniyor. Yine 19. ve 20. yüzyıla ait bazı ateşli silahları da burada incelemek mümkün. Bu bölümün belki de en ilgi çekici kısmı I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet veren ve Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi Franz Ferdinand’a düzenlenen suikasta dair belge ve malzemeler. Bilindiği üzere Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914’de Saraybosna’ya bir ziyaret düzenlemiş ve aynı gün içinde tam iki kez suikasta maruz kalmıştı. Ziyaretin gerçekleştiği tarih, Sırplar açısından ayrıca önemliydi. Zira bu tarih Sırbistan’ın Osmanlı idaresine girişinin başlangıcı olarak kabul edilen I. Kosova Savaşı’nın yıldönümüne denk gelmekteydi. Veliahda düzenlenen ilk suikastta korumalarından bazıları yaralanmış, ancak Gavrillo Princip tarafından gerçekleştirilen ikinci suikast amacına ulaşmıştı. 19 yaşındaki tüberküloz hastası bu genç, hem Avusturya tahtının gelecek umudu olan veliahdı hem de eşini, tabancasından çıkan mermilerle öldürecekti. Sonrası malum; gerginleşen Avusturya-Sırbistan ilişkileri ve bunun sonrasında çıkan savaş, kısa bir süre sonra devreye Almanya ve Rusya’nın girmesiyle büyür. Bu ülkeleri Fransa ve İngiltere takip eder ve dünya, 20. yüzyılın ilk cehennemine sürüklenir.

Müzede veliaht ve eşinin içinde can verdiği otomobil sergilenmekte. Hatta aracın üzerindeki kurşun delikleri dahi rahatlıkla seçilebilmekte. Yine bu kısımda arşidük ve ailesinin çeşitli fotoğraflarının ve cenaze töreninin yanı sıra suikastı gerçekleştirenlerin resimleri ve suikast sırasında kullandıkları silahlar da sergilenmekte. Tekrar girişe yönelecek ve bu sefer sol tarafa doğru ilerleyecek olursak karşımıza müzenin II. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgal dönemine ait obje ve silahların sergilendiği kısmı çıkar. Burada obüs toplarından zırhlı araçlara, uçak savarlarda, projektörlere pek çok silahın yanı sıra Nazi propaganda afişlerine rastlamak da mümkün. Ayrıca savaş sonrasında müttefiklerin kurduğu düzene dair bazı objeler de bu kısımda ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş vaziyette.

Bu bölüme geldiğinizde aynı zamanda müzenin cafe kısmına da ulaşmış oluyorsunuz. Burası hediyelik eşya reyonu vazifesi de görüyor. Arzu ederseniz yine bu alanda hem müzeye dair çeşitli yayınlara hem de savaş tarihini konu edinen pek çok kitaba ücreti mukabilinde rahatlıkla sahip olabilirsiniz. Açıkçası buradaki kitap satış noktası beni hayretler içinde bıraktı. Eğer savaş tarihine ilgi duyuyorsanız sizi burada son derece zengin bir kitap çeşitliliği bekliyor.

Müze renkli etkinliklere sahne oluyor

Yola revan olacak olursanız bu sefer de sizi Avusturya donanmasına ait objelerin sergilendiği bir kısım bekliyor. Çeşitli üniformalar, gemi maketleri, pruva bölgesine konan bir takım heykelcikler, flamalar ve önemli deniz erkânının portrelerinin yer aldığı zengin bir alan burası. Yeri gelmişken hemen belirteyim ki bilhassa hafta sonları müzenin arka bahçesi son derece eğlenceli etkinliklere sahne oluyor. Belli bir devreye ait savaşçı üniformalarını giyen ziyaretçiler, arka bahçede taktiksel bazı oyunlar oynuyorlar. Bu sebepten müzeyi gezerken karşınıza bir ortaçağ savaşçısı ya da 18. yüzyıl piyadesi çıkarsa sakın ola şaşırmayın. Müzede bu tarz askeri kıyafetler belli bir ücret mukabilinde kiralanabiliyor. Hatta arzu ederseniz çocuklarınıza da bu tarz kıyafetlerden giydirebilirsiniz. Gelgelelim çoğu ziyaretçi bu işi o denli ciddiye alıyor ki kendi kıyafetlerini getirmiş ve müzeye o şekilde gelmiş de oluyorlar.

İkinci kata çıkan merdivenlerin hemen başında ise sizi, müzenin kurucusu İmparator Franz Josef’in bir büstü karşılıyor. Franz Josef 1848’den 1916’ya kadar Avusturya’yı idare etmişti. Bu yanıyla da Avrupa tarihinin en uzun süre ile tahtta kalan hükümdarları arasına girdi. Hâlihazırda bugün Viyana’da görülen pek çok müze ve tarihsel yapı onun zamanında inşa olunmuş, Viyana tam anlamıyla bir kültür şehrine dönüştü. İkinci katın giriş salonunda sizi Avusturya tarihinin zaferlerini anlatan bir dizi duvar resmi karşılar. Bu resimlerden bazıları Türklere karşı kazanılan zaferleri tasvir eder. Önce merdivenlerden çıkışta sağınızda kalan kısmı gezmenizi tavsiye ederim. Zira diğer kolda kalan kısım Osmanlılara ayrılmış. Burayı muhtemelen daha detaylı görmek isteyeceğiniz için sona bırakmanızı öneririm. Napolyon savaşlarına ve sonrasındaki Restorasyon devrine ayrılan kısımda bir kısmı Napolyon’a bir kısmı ise Avusturya imparatorları ve devlet adamlarına ayrılan tablolara tesadüf etmek mümkün. Bilindiği üzere Napolyon, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu’na son verdiği için, artık 19. yüzyıldan itibaren Viyana’da oturan monarklar önce Avusturya imparatoru, sonrasında ise Avusturya-Macaristan imparatorlu unvanını taşımaya başlayacaklardır. Ayrıca bu bölüm çok sayıda harita ve dönemin silahları ile de ilgi çekici bir hale getirilmiş.

Osmanlı koleksiyonu

Gelelim asıl konumuz olan bu müzedeki Osmanlı koleksiyonuna…
Avusturya’da Osmanlılara ait malzemeler, çeşitli müzelere dağılmış olsa da, en zengin koleksiyon Arsenal Museum’da bulunuyor. Burada sergilenen objeler arasında
tüfekler, ok, yay, ok muhafaza keseleri, mızraklar, yatağanlar, zırhlar, sancaklar, kavuklar, kalkanlar, mataralar, havan topları ilk göze çarpan örnekler.

Ayrıca, Viyana önlerinde Türkleri ya da Osmanlı-Avusturya savaşlarını anlatan pek çok gravürün, kopya baskılarını da burada bulunan büyük kataloglardan incelemeniz mümkün.
Müzede bulunan ve Viyana kuşatmasını gösteren tablolar da ayrıca görülmeye ve
incelemeye değer. Bu tablolarda kuşatma sırasındaki Osmanlı, Leh ve Avusturya
birlikleri gayet detaylı olarak resmedilmiş. Buradan hareketle askeri tarihe dair
yeniçeri giysilerinden, ateşli silahların kullanımına kadar pek çok konuda detay bilgiye
ulaşmak mümkün.

Müzenin özellikle iki önemli parçasına bilhassa işaret etmekte fayda var.
Bunlardan ilki ‘Silahtar’, ‘Damat’ ve ‘Şehit’ gibi unvanlar taşıyan, sadrazam Ali Paşa’ya
ait olduğu söylenen çadırdır. Bu çadır Petervaradin Muharebesi sonrasında savaş
ganimeti olarak Avusturyalıların eline geçmiş olup, müzede sergilenmekte. Bilindiği
üzere, ‘Mora Fatihi’ olarak da anılan Paşa, 17’nci yüzyılın sonlarında kurulan, Kutsal
İttifak’ın ele geçirdiği toprakları geri alma politikası çerçevesinde, önce Mora’dan
Venediklileri atmış, akabinde de Avusturya seferine çıkmıştı. Ancak, Petervaradin
denilen mevkide, çağının en önemli kumandanlarından biri olan ve Avusturya
birliklerini idare eden, Prens Eugene de Savoy karşısında başarılı olmamıştı. Dağılan
birliklerini toparlamak üzere ileri atıldığı bir sırada kendisine isabet eden bir kurşunla
şehit olmuş, cenazesi Belgrad’a getirilerek kale içinde inşa olunan türbesine
defnolunmuştu.

Müzede Paşa’nın çadırı için ayrı bir alan ayrılmış ve çadırın tam önüne de bir havan topu yerleştirilmiş. Çadırın kırmızıya çalan renkleri iyi korunamadığı için, her ne kadar solmuş olsa da, çadır bezeme sanatının 18’inci yüzyılda geldiği noktayı göstermesi açısından önemli bir örnek.

Başka bir önemli parça da, yine Prens Eugene ile mücadele ederken canından olan
bir diğer Osmanlı sadrazamı Elmas Mehmet Paşa’nın hatırasını taşır. Bilindiği üzere,
Paşa, Enderun’dan yetişmiş ve çok kısa bir süre içinde basamakları tırmanarak
otuzlu yaşların ortalarında sadrazamlığa yükselmişti. Aslen kalemiyeden gelmesine
ve bu sebeple askeri konulardan çok anlamamasına rağmen, inatçı, sert ve hırslı
mizacı sebebiyle pek çok düşman edinmiş, sonunu da bu tavrı belirlemişti.

Elmas Mehmet Paşa Avusturya üzerine çıkılan 1697 tarihli sefer sırasında, ordunun geçişi
için, Zenta mevkiinde, Tisa Irmağı üzerinde bir köprü kurdurmuş. Sultan II. Mustafa, yeniçeriler ve ordunun bir kısmının yanı sıra, hazineyi de karşı tarafa geçirmişti. Ancak Osmanlı ordusunu takip eden ve durumdan casusları vasıtasıyla haberdar olan Prens Eugene, Osmanlı ordusunun geri kalan kısmına saldırmış ve Elmas Mehmet Paşa ordu içinde meydana gelen paniği engelleyememişti. Paniğe kapılan ordu, köprüye hücum etmiş ve bu durumun neticesinde 2000 kadar Osmanlı askeri köprüden düşerek Tisa Irmağı’nda boğulmuştu.

Sadrazam, Prens Eugene’e karşı savunma tertibatı almaya çalışarak, köprünün bir kısmını kaldırtmış, muhtemelen bu duruma sinirlenen Osmanlı askerlerince de savaş alanında öldürülmüştü. Avusturya ordusu karşı sahile geçemeyen Osmanlı askerlerini kılıçtan geçirmiş ve bu hezimet, Osmanlı tarihinin en ağır anlaşmalarından biri olan Karlofça’ya uzanan süreci tetiklemişti. Yaşanan bu felaket sırasında Elmas Mehmet Paşa’nın koynunda taşıdığı sultan II. Mustafa’nın mührü de Avusturyalıların eline geçecektir. Üzerinde, “Mustafa
bin Mehmet Han, el-Muzaffer daima” ibaresi okunan bu mühürde, II. Mustafa’nın tahta
geçiş tarihi olan 1106/1695 tarihi kazılıdır.

Söz konusu mühür 1891’de müzeye verilmişti.

Uzun sözün kısası, yolunuz Viyana’ya düşerse, Arsenal Museum’a bir gününüzü
ayırmayı unutmayın. Hem Avrupa hem de Osmanlı savaş tarihine dair nice hatıra sizi
bekliyor olacak.

Bir gezgin olarak yolunuz müzelere kütüphanelere ne kadar düşer?

Veya şöyle de sorabiliriz; bir ülkeye veya bir şehre seyahat ettiğinizde müzeleri gezmek ihtiyacını hissediyor musunuz?

Şuna inanın, dışarıda göreceklerinizden çok daha fazlası buralarda bulunuyor. Çünkü
müzeler, toplumların kendi tarihinin bütün dönemlerine ait bilim ve sanat eserleri ve toplumun hayat tarzını yansıtan diğer bütün nesnelerin toplandığı yerlerdir. Sadece kendi toplumunu da değil, tarih boyunca ilişkide olduğu, hatta savaştığı toplumların da yansımalarını buluruz buralarda. Bence müzeler olağanüstü yerlerdir. Ancak biraz meraklı, biraz da sabırlı olmak gerekir.

Bir keşif yolculuğudur müzeleri gezmek. Keşfetmek ve onları fotoğraflamak yüksek bir keyiftir. Hele Osmanlı’nın izlerini sürüyorsanız, Avusturya müze ve kütüphaneleri tam bir hazinedir.

Meşhur müze ve kütüphanelerin dışında, birçok kilise arşivleri, kütüphaneleri veya vakıf
Kütüphaneleri, Osmanlı ile ilgili binlerle ifade edilebilecek eserlere sahiptir. Dilerseniz bu müze ve kütüphanelerde de küçük gezintiye çıkalım.

Türk Müzesi – Niederösterreich’da Osmanlılar
(Türken Museum- Die Osmanen in Niederösterreich)

Herkesin bilmediği, hatta muhtemelen neredeyse hiç kimsenin bilmediği müzelerden biri de, Viyana çevresinde, Aşağı Avusturya Eyaleti’nde bir küçük şehir olan Türk Müzesi’dir.
Perchtoldsdorf, Mödling yakınlarında bulunan bir yerleşim birimidir. Bu müze, Aşağı
Avusturya’da Osmanlılar konseptiyle tasarlanmıştır. İlk girişte bizi elinde kılıç, atıyla şaha
kalkmış bir Osmanlı sipahisi karşılamakta…

Eski Belediye Binası, Enformasyon bürosu
olmuş, ikinci katı da müze haline getirilmiştir. 1526- 1683 yılları arasında yapılan savaşlar ve bunlarla ilgili resimler, minyatürler, fotoğraflar, bazı kalıntılar, belge ve bilgiler, silahlar,
madeni paralar, haritalar müzede yer almaktadır.

Ayrıca askerlerin ve savaşların canlandırıldığı maketler de burada yer almaktadır. Müze’deki
panolarda Osmanlı tarihi hakkında da bilgi verilmektedir.

Kanuni Sultan Süleyman, ‘en büyük kuşatma’ olarak bilinen, Malta kuşatmasını yapan Piyale Paşa’ya destek olması için Turgut Reis’e emir verir. Ama buna rağmen bu kuşatma kanlı bir başarısızlıkla sonuçlanır. Malta Şövalyeleri’nin esir aldıkları Türk leventlerinin elleri bağlı heykelleri yapılarak müzelerde sergilenir. İşte bu heykellerin Viyana müzelerinde sergilenişi.

(Tuna Dergisi. Viyana Efes Müzesi Müdürü Dr. Georg Plattner’in anlatımıyla)

Viyana’daki Efes Müzesi

Viyana’daki “Neue Burg”, Sanat Tarihi Müzesi’nin eski eserler koleksiyonuna dahil olan ve içinde Efes, Tyrsa (Türkiye) ve Semadirek Adası’ndaki (Yunanistan) Avusturya kazılarından elde edilen parçaların sergilendiği Efes Müzesi’ne halihazırda 40 yıldır ev sahipliği yapmaktadır.

Efes’ten gelen buluntuların 1901 yılından itibaren Viyana Volksgarten’daki Theseus Tapınağı’nda sergilenmesi Efes, antik dünyanın en büyük şehirlerinden biri sayılıyordu.

Roma Dönemi’ne kadar dini ve ekonomik bir merkez olarak kalacak olan Artemis Tapınağı, Antik Çağ’daki Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri ünvanını almıştı. Şehrin Androklos tarafından kuruluşu, Eski Artemis Tapınağı’nın Kroisos tarafından vakfedilmesi, Büyük İskender’in dünyaya geldiği farz edilen gece mabedin yanışı ve Havari Pavlos’un tiyatroda halkın önüne çıkışı, bu antik şehrin efsaneden bilimsel olarak kanıtlanabilen geçmişe kadar uzanan yelpazesini tamamlamaktadır.

Augustus’un hükümdarlığında Efes, eyalet başkenti olarak Roma İmparatorluğu’nun en önemli bölgelerinden birinin merkezi haline geldi. İmparatorluk Dönemi’nden tapınak, tiyatro, çeşme ve hamam gibi çok sayıda kamusal yapı günümüze kalmıştır. 1869’da Britanyalı John Turtle Wood’un Artemis Tapınağı’nın yeniden keşfini sağlaması, ancak British Museum’un çalışmaların devamını finanse etmemesi üzerine, 19. yüzyılın sonunda Avusturya-Macaristan Tuna Monarşisi de Efes’teki kazılarla birlikte Doğu Akdeniz’de büyük bir araştırma projesi başlatmaya karar verdi. 1895’te başlayan araştırmalar, 1898 yılında kurulan Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bugüne kadar sürdürülmektedir.

EFES’TE AVUSTURYA KAZILARI VE MÜZE ÇALIŞMALARI

19. yüzyılın sonlarındaki kazılar, genellikle buluntuların ve arkeolojik nesnelerin bir bölümünün araştırmayı yapan enstitülere ve milletlere verilmesi yönünde bir sözleşmeyi de içeriyordu. Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan Monarşisi arasındaki dostane bağlılık nedeniyle, o dönem padişah olan II. Abdülhamid, Efes’ten çıkan antik eserlerden bir seçkinin, Viyana koleksiyonları için İmparator Franz Joseph’e hediye edilmek üzere ülke dışarı çıkarılmasına izin veren bir irade kaleme aldırdı. Karşılık olarak Sultan’a Avusturya’dan Lipizzaner atları ve başka değerli eşyalar hediye edildi.

Bu durum üzerine, 1896-1906 arasındaki ilk kazı yıllarında, çok değerli bazı Efes buluntuları Viyana’ya getirildi. Yeni buluntular, 1891 yılında açılmış olan Sanat Tarihi Müzesi’nde artık uygun şekilde saklanamıyordu. 1901’den itibaren öncelikle geçici olarak Volksgarten’daki Theseus Tapınağı’nda (Resim 2) ve Prens Eugen’in eski şehir sarayı olan Unteres Belvedere’de özel sergiler yapıldı.

Part Anıtı diye adlandırılan eserin kabartma levhaları

Buluntuların verdiği şevkle yeni bir müze binası planlandı. Ancak bu plandan kısa sürede vazgeçildi; çünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kurucusu ve müdürü Osman Hamdi Bey’in girişimleri sonucu yürürlüğe giren yeni bir Türk Eski Eserler Tüzüğü’yle beraber, 1906/1907’den itibaren eski eserlerin yurtdışına çıkarılması yasaklandı. Bundan sonra Efes’ten Viyana’ya başka buluntu gelmemiştir.

Sonraki yıllarda iki tane dünya savaşının da getirdiği zorluklar nedeniyle sadece geçici çözümler bulunabildi. Sonunda 1973 yılında bakanlık kararıyla Heldenplatz’daki Neue Burg’da bir Efes Müzesi kurulması sağlandı. 1881 yılında inşasına başlanan imparator sarayının görkemli mekanları, eserlerin büyük bölümünün -birkaç metre yüksekliğe ulaşan mimari parçalar da dâhil olmak üzere- sergilenmesini mümkün kıldı. Bugünkü biçimiyle Efes Müzesi, Aralık 1978’de zamanın federal cumhurbaşkanı Rudolf Kirchschläger tarafından açıldı. Aralık 2018’de, 40. doğum günü kutlamaları için yeni bir sergi bölümünün açılış töreni gerçekleştirildi. Efes Müzesi’nde artık üç antik yerleşim olan Efes, Trysa ve Semadirek’ten elde edilen buluntular sergilenmektedir.

VİYANA’DA SERGİLENEN EFES ESERLERİ

Geç Klasik Dönem Artemis Tapınağı’nın büyük sunağının Efes’ten getirilen parçaları sergide yer almaktadır. Bunlar devşirme olarak yeniden kullanılmış halde tiyatronun yakınlarında bulunmuştur. Tahminen bunlara ait olan yaralı bir Amazon kabartması ise, M.Ö. 5. yüzyılda Efes’te, en ünlü Yunan heykeltıraşların katıldığı bir yarışmada “icat edildiği” söylenen üç büst türünden birini izler.

Sayısız parçalar ve bütün levhalar halinde, hemen hemen 40 metre uzunluğunda olan ve insan boyutlarından biraz daha büyük figürleriyle günümüze kalan Part Anıtı adlı bir Roma İmparatorluk Dönemi kabartma serisi, kapsam ve anlam bakımından eşsizdir (Resim 3). Art arda üç nesil boyunca Roma İmparatorluğu’nu yönetmiş en az dört Roma imparatorunu [Hadrian, Antoninus Pius, Lucius Verus ve Marc Aurel (M.S. 117-180)] içeren bir kabartma, merkezi oluşturmaktadır. Barbarlara karşı başarılı bir mücadele içindeki Romalı askerler, bir tanrılar meclisi ve bir dizi şehir ve eyalet kişileştirmeleri ile beraber bu devlet anıtında, imparatorluğu taşıyan sütunlar övülmektedir. Bunlar, nesiller boyu süren siyasi düzen, bütün dış düşmanlara karşı askeri güç, gelişen eyaletler sayesinde kurulan toplumsal ve ekonomik temel ve tanrılar dünyasının dini desteğidir. M.S. 140 civarına tarihlenen anıt, Geç Antik Çağ’da parçalarına ayrılmış ve levhalar birçok kez yeniden kullanılmıştır. Öyle ki, anıtın biçimi ve orijinal konumu hakkında bugüne kadar sadece tahmin yürütülebilmektedir. Efes Müzesi’nde bundan başka, anıtsal bir İmparatorluk Dönemi hamamı olan Liman Gymnasiumu’ndan getirilen, içlerinde güreş alanından bir atletin bronz heykelinin de bulunduğu heykeller sergilenmektedir (Resim 4). Antik bronz heykeller, malzemenin yüksek değerinden dolayı çoğunlukla sonradan tekrar eritilmiş ve bu yüzden de günümüze kadar nadiren ulaşabilmişlerdir. Efes’teki heykel, bir deprem sırasında kaidesinden ayrılmış ve çöken çatının altında gömülü kalmıştır. 234 parça, Viyana’da 1897/1898’de yeniden bir araya getirilmiştir.

Roma anıtlarının fikir verebilecek nitelikteki kesitleri, mimari örnekler halinde sergilenebilmektedir. Kirişle beraber iki sütunu Viyana’da dikilen Oktagon, tahminen IV. Arsinoe’nin mezar yapısıydı. Mısırlı prenses, kız kardeşi ünlü Kleopatra’nın emriyle M.Ö. 41’de sürgündeyken, Efes’teki Artemis Tapınağı’nda öldürülmüştür. İç savaşın kargaşasının ardından, belli ki Augustus’un isteğiyle şehir merkezindeki anıt inşa edilmiştir.
Tiyatronun, Celsus Kütüphanesi’nin, Liman Gymnasiumu’nun ve anıtsal bir dairesel planlı yapının daha başka yapı parçaları, Anadolu’nun Roma mimarisi hakkında bir fikir vermektedir.

Uzun yıllar depoda kalan, portre sanatının önemli şaheserleri de yeniden görülebilmektedir. Bugüne kadar hiç sergilenmemiş kamusal alan heykelleri restore edilmiş olup ve mermer ticaretinin gelişmiş lojistiği hakkında bir fikir veren, gösterişli renkli mermerden yapılmış antik sütunlar ile beraber yeniden sunulmaktadır.

EFES MÜZESİ’NDEKİ DİĞER ESERLER

Efes Müzesi’nde Yunanistan’ın Semadirek Adası’ndaki kazılardan elde edilen buluntular da sergilenmektedir. 1873 ve 1875 yıllarında Viyana Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nün ilk ordinaryüsü Alexander Conze, orada iki Avusturya araştırma gezisi yürütmüştür. Burada, Antik Çağ araştırmalarının henüz erken bir döneminde, her şeyden önce bilimsel bir yöntem takip edilmiştir. Araştırma gezisinin amacı mabedin belgelenmesi ve teorik rekonstrüksiyonunun yapılmasıydı. Fotoğraf da ilk kez detaylı kazı dokümantasyon metodu olarak kullanılmıştır.

Semadirek, Geç Antik Çağ’ın ve Helenizm Dönemi’nin önemli bir mistik dini merkeziydi. Hieron, mistiklere kültün gizemlerinin açıklandığı törenin yapıldığı tapınak benzeri bir yerdi. Dor mimarisinin parçaları, çatı süslemesi ve alınlık heykelleri Efes Müzesi’nde görülebilir. Daha başka mermer yapı parçaları, M.Ö. 3. yüzyıl başlarından kalmış Yunan Antik Çağı’nın en büyük üstü kapalı dairesel planlı yapısı olan Arsinoe Tapınağı’nı belgelemektedir.
Efes Müzesi’nde ilk defa Tyrsa Heroonu (M.Ö. 380 civarı) da tematize edilmektedir (Resim 5). Türkiye’nin güneybatısındaki Likya’dan gelen ve ünlü Halikarnas Mozolesi’nin öncülü olarak nitelenen mezar anıtının, özellikle zengin kabartma süslemeleri çok önemlidir. Çevre duvarının dört iç yüzünün her biri, giriş duvarının dış yüzü ve duvarla çevrelenmiş avlu içindeki mezar yapısı kabartmalarla süslüydü. Şehir kuşatması, av ve savaş, mitolojik sahneler, Amazon ve Sentor savaşları gibi çok çeşitli konular anlatılmıştır. Bunlar, çeşitlilikleri bakımından Heroon’u Likya’nın en zengin anıtı yapmaktadırlar. Buradaki Yunan ve Pers etkilerinin kaynaşması, doğrusal perspektifin ilk belirtileri ve ayrıca mezar sahiplerinin efsane ve hikayesinin paralel anlatımının sanat tarihi bakımından eşsiz biçimde gerçekleştirilmesi, eski Akdeniz dünyasında tektir.

Kabartmalar, anıtsal kapı ve mezar yapısının parçaları, Türk makamlarının izniyle 1882’den 1884’e kadar geçen sürede Viyana’ya nakledilmiştir. Ancak anıtın boyutları şimdiye kadar uygun bir yerleştirmeye engel olmuştur. Şu an Avusturya Tarih Evi’ne geçici bir sergi dolayısıyla bırakılmış olan bir mekanlar grubunun yenilenmesinin, yakında tüm friz serisinin sergilenmesini mümkün kılacağı umulmaktadır. Güncel yeniden kurulumda bir ön izleme olarak güney ve batı duvarından önemli kabartma levhaları gösterilmekte, anıt ve anlamı açıklanmaktadır.

Böylece Efes Müzesi, 19. yüzyıl arkeolojik araştırmaları hakkında bir fikir vermekte, o dönemin Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya Monarşisi arasındaki iyi ilişkileri ve Efes’teki güncel araştırmaların en yeni sonuçlarında görüldüğü gibi, günümüzde Türkiye’deki kazı projelerinin başarılı uluslararası bilimsel işbirliğini belgelemektedir.

Viyana Şehri Tarih Müzesi
(Historisches Museum der Stadt Wien)

Gezimize Viyana Şehir Tarih Müzesi’nde devam ediyoruz. Karlsplatz’da bulunan Viyana
Şehir Tarih Müzesi, 1887 yılında kurulmuş. Bugünkü yerine 1959 tarihinde taşınmış.
Müzenin bir bölümüne “Türk Ganimeti” adı veriliyor. Bu bölümde Savaştan kalma silah ve
muhimmatlar var. Ayrıca, Kuşatma ile ilgili manzaralar, şehir planları da bu bölümde
muhafaza ediliyor. Müzede bulunanlardan bazıları; Kara Mustafa Paşa’nın Çadırı, Kara
Mustafa Paşa’nın Resmi, Sancak, Türklerin Viyana’ya saldırısını gösteren resimler, Kara
Mustafa Paşa’nın Viyana Şehrine ve Kalesine Mektubu.

Sanat Tarihi Müzesi (Kunsthistorisches Museum)

Sanat Tarihi Müzesi’nde Kanuni Sultan Süleyman ve Ferdinand savaşlarından, 16. Yüzyıldan
kalma savaşlardan günümüze kadar gelen savaş malzemeleri. Osmanlı’lar ile Habsburglar’ın
karşılıklı göndermiş oldukları hediyeler bulunmaktadır.

Avusturya Milli Kütüphanesi (Österreichischen Nationalbibliothek )

Bu seferki durağımız Avusturya Milli Kütüphanesi. Çok sıkı güvenlik önlemleri altında
kütüphaneye giriyoruz. Kütüphaneye çanta, cep telefonu, fotoğraf ve video kameralar
sokmaya izin verilmiyor. Bunları emanete teslim etmek zorundasınız. Bütün bu sıkı kurallara
rağmen kütüphaneden istifade etmek ise basit ve hızlı. Belli prosedürler uygulanıyor.
Doktorave üstü araştırma yapanlar kitapları ödünç alabiliyorlar. Ayrıca dikkatimi çeken başka bir husus, araştırmacının üzerinde çalıştığı kitaplar, belli bir süre yerine konmuyor,
araştırmacının her an alabileceği şekilde hazır bekletiliyor. Zaman ve iş kaybı önlenmiş
oluyor. Avusturya Milli Kütüphanesi’nin tarihsel kökleri çok eskilere kadar uzamaktadır. Kökü 1368 tarihine kadar gitmektedir. Kraliyet Kütüphanesi olarak hizmet veren kütüphanenin, bugünkü ismi ve konsepti, 1945 yılında belirlenmiş. Bu kütüphanede de Osmanlı ile ilgili yüzlerce eserin olması tabiidir. Türkiye’de yayınlanan bazı eserlerde de yer alan, Osmanlı toplumunu çeşitli yönleriyle yansıtan resimlerin yer aldığı koleksiyonlar ‘çok nadide eserler’ olarak burada bulunmaktadır.

Melk Vakıf Müzesi (Stift Melk)

Melk Vakfı, kendini inanç ve kültür merkezi olarak tanımlamaktadır. 12’nci Yüzyıldan beri
kurumsallaşmış bulunan Melk Vakfı, Okul, Manastır ve Kütüphanesiyle hizmet vermektedir.
Zengin bir yazma eserler kolleksiyonuna sahiptir. Kütüphanede, savaş zamanından kalan
ganimetlerden, Kuran-ı Kerim, Osmanlı Sandığı, sürahi ve savaş aletleri bulunmaktadır.

Kahlenberg Kilisesi Sergi Salonu

Viyana’ya giderseniz, Kahlenberg’e çıkmadan dönmeyin. Bütün Viyana’yı seyredeceğiniz en
güzel yerlerden biridir burası. Burada kahvenizi yudumlarken Viyana’nın ve yanından akıp
giden Tuna nehrinin güzelliğine dalıp gidersiniz. Eğer Viyana kuşatmasının hikayesi
aklınızdaysa, nal sesleri ve kılıç şakırtıları size eşlik edecektir. Kahlenberg, Viyana’nın en
yüksek ve stratejik tepelerinden biridir. İkinci Viyana Kuşatması’nın hezimeti, buradan yapılan taaruzla gerçekleşmiştir. Tam tepede yeralan Kahlenberg Kilisesi 1629 senesinde
yapılmıştır. Kilisenin kitabesinde, ‘1683’deki savaşta tahrip olmuştur. Yeniden eski haline
getirilmiştir.’ ifadeleri yer almaktadır. Viyana Kuşatmasında, Avusturyalılar’a yardıma gelip,
şehrin kurtarılmasında önemli yeri olan Polonya Kralı Sobieski için, kilisenin duvarında yine
bir kitabe bulunmakta olup, Sobieski övülmektedir. Kilisede, 1683’den kalma bazı eşya, ve
tablolar sergilenmektedir. Buradaki en önemli obje ise kilise arşiv odası duvarında bulunan
tablodur. Bu tabloda, savaşta ele geçirilen Osmanlı sancağı, Papa’ya karşı, diz üstü çöken bir asker tarafından takdim edildiği tasvir edilmektedir. Bu tablo, kiliseyi ziyarete gelen turistlere kartpostal olarak da satılmaktadır.

Yazımızın başında Avusturya müzelerine küçük bir gezintiye çıkmaktan bahsetmiştik. Tabi bu lafın gelişi söylenmiş bir sözdü. Gördüğünüz gibi bu iş küçük bir gezintiyle hallolacak gibi değil. Üç dört gününüzü sadece buralara ayırmanız gerekecek. Fotoğraf makinanız da yanınızda olsun. İşin keyfini çıkarın…

Avusturya Müzeleri ve kütüphanelerine genel olarak baktığımızda, Avusturya Osmanlı ilişkilerine savaşların hakim olduğu izlenimini ediniriz. Ancak tarihi tek boyutlu olarak görmemek gerekir.

Osmanlı, yükseliş döneminde sadece askeri olarak değil, bilim, sanat, mimari, idari gibi pek çok alanda dünyanın en büyük devleti idi. Dolayısıyla zaman zaman örnek alınan, gıpta edilen bir toplumdu. Bu açılardan ele aldığımızda çeşitli alanlarda Osmanlı’nın batıya tesirleri büyük olmuştur. Yazının sonuna gelirken dikkatinizi çekmek istediğimiz bir husus da şu; Dünyanın her bir yanında yer alan müzeler, büyük imparatorlukların veya devletlerin muhteşem hikayelerini yansıtan eserlerle doludur. Bunların karşısında bizler hayranlıkla bakakalırız.  Kahramanlıklarla dolu savaşlar, el emeği göz nuruyla harmanlanmış hayatı kolaylaştıran binlerce nesne ve harikulade sanat eserleri ve niceleri…

Ama bir de madalyonun diğer yüzü vardır…

O da bize ibretle şunu gösterir; Bu muhteşem imparatorluklar devirlerini kapamış,
bize bu müzelerin camekanları arkasından çaresizce seslenmektedirler.

İlhan Karaçay

Exit mobile version