Ünlü Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, Türkiye’de turizmin, sanayi tesislerinin ve sınırsız şehirleşmenin ülke tabiatını olumsuz etkilediğini geçmişte yaşadığı bir anı üzerinden örneklendirdi. Ortaylı, “turizm derken çevreye dikkat” uyarısında bulundu.
İlber Ortaylı, “Turizm derken çevreye dikkat” başlıklı dünkü köşesinde Topkapı Müzesi Müdürlüğü zamanında katıldığı bir toplantıda yaşadığı anıyı anlatarak ülkedeki çevre sorunlarına dikkat çekti. İşte Ortaylı’dan turizmin geleceği için önemli uyarılarda bulunduğu o yazısı:
“Topkapı Müzesi müdürlüğüm zamanında, Kültür Bakanımız olan sayın Atilla Koç beni toplantılarından birine davet etti. Toplantı Atilla Koç’un Alman turizm seyahat acenteleri başkanıyla görüşmesiydi. Alman turizm seyahat acenteleri başkanı toplantıda “Alman turistler buraya tarih ve tabiat satın almaya geliyor. Tahrip edilmiş bir tabiat ve saygısızca silueti silinen bir tarihi eser Türkiye’deki turizm kapasitemizi düşürür” demişti. Bu doğru bir sözdü. Türkiye tabiatını iki önemli unsur yok ediyor; birincisi, etrafı kirleten ve tahrip eden sanayi tesisleri getirdikleri gelirden çok hayat tarzında büyük facialar yaratıyorlar. İkincisi sınırsız ve şuursuz şehirleşmedir.
Kitlelerin istila ettiği yerler turizm gelirini düşürmekle kalmıyor, edebiyat dünyasının kültürel etkileşiminin de dışına çıkmaya başlıyor.
İKİ ÖNEMLİ UNSUR
Türkiye tabiatını iki önemli unsur yok ediyor; birincisi, yaptığından çok gürültü koparan sanayi alanları, kirleten ve etrafı tahrip eden sanayi tesisleri getirdikleri gelirden çok yarattığı hayat tarzına daha büyük facialar yaratıyorlar. Dilovası öyledir. Güney Almanya’daki ecza sanayi şehirleri, Ludwigshafen gibi, böyledir diyeceksiniz ama değildir; karşı tedbirler de alınıyor.
İkincisi sınırsız ve şuursuz şehirleşmedir. Şehirleşmenin yanlış hedeflere yönelmesi, Marmara Bölgesi’ni, hatta sadece İstanbul Yarımadası’nı hedeflemesi feci olgular meydana getirdi. Türkiye, İstanbul’u mütarekede kaybetmedi. Savunmasını ve geri almasını bildi ama asıl içimizden çıkan açgözlülük, plansızlık ve “adam sendecilik”le gerçekleşen sanayi yer seçimi ve şehirleşme pek yenilecek düşman gibi görünmüyor.
HAYVANCILIK ŞART
Maalesef her türlü sorun tabii bir tahriple sonuçlanıyor. Zeytin bölgelerinin yanında yanlış bir zirai getiri olan yonca tarımına önem veriliyor. Bu zeytinleri tahrip eden, böcekleri ve sinekleri celbeden ama asıl önemlisi su kaynaklarını kurutan, köylüye zahmetsizce geçici bir gelir getiren faaliyetlerdir. Doğu Anadolu tamamıyla hayvancılıktan istifa etmiş bir bölgedir. Oysa Türkiye hayvancılığı zaruridir, şarttır. Belirgin su kaynakları lüzumsuz biçimde hidroelektrik tesislere dönüştürüldü. Bunun zararını çeken en başta Karadeniz’in kendisi oluyor. Karadenizliler Karadeniz’i tahrip ettiler.
Sokaklara ve ormanlara bırakılan sahipsiz zavallı köpekler kendi aralarında hayat savaşı veriyor, çeteleşiyor ve ormanın çeteleşme faaliyetleri olmayan hayvanlarını yok ediyorlar. Hiç kimse orada tahrip edilen, bu çetelere yem olan tilkilerin, sansarların vb. hayvanların nasıl bir çevresel tahrip yaratacağını, ekoloji zincirinde nasıl bir kopukluk meydana getireceğini hesaba katmıyor.
Kaç tane sanayici dedi: “Devletin baskısı ve kontrolü olsa açıkça daha sıkı bir arıtma sistemi kurarız ama bu konuda bir gevşeklik var. Bizimkiler de işe girişmiyor.” Kısmi ve yüzeysel kontrollerin yapıldığı arıtma sistemlerinin, denizlerimizin baş derdi olduğu açık. Bir gerçek daha var, Türkiye denizleri çabukça kirlenmeye çok müsait. Bu böyle olmasa bizim neslin hayatı içinde yüzmeyi öğrendiğimiz kıyılar doldurulmaz, Marmara bir kimyevi atık cehennemine dönüşmezdi. Çukurova’daki Adana dönüşüm sanayii (doğrudan doğruya çöplük deposu kabulü demektir) bölgeyi ve hiç kuşkusuz Akdeniz’in o parçasında büyük bir kirlenmeyi de birlikte getirecek.
SORUNLAR ELE ALINMALI
Siyasi partilerin çevre sorunlarını ya ele almamaları yahut da yasak savar gibi programlarında cümlelerle geçiştirmeleri usandırıcıdır. Zaten iktidardayken hiçbir parti bu konuda ciddi tedbirler almadı. Kıyıların korunması, halka açılması prensibine bir zaman solculuk diye bakıyorlardı. Neyse ki General Francisco Franco onlardan çok daha ileri giden tedbirler aldı da bu işin faşizme ya da sosyalizme bağlı bir keyfiyet olmadığı anlaşıldı.
Şehirlerin varoşlarının bile betonlaşması bu kirlenmenin en önemli parçasıdır. Birçok yerde İstanbul’un ve Ankara’nın eski gecekonduları özlenir hale geldi. Daha çevreseldiler, psikolojik bakımından sahipleri için daha rahat yerlerdi. Türkiye nüfusu dengesiz, bölgeler arasında nüfus hareketliği bakımından büyük farklılıklar var. Bu belki geçici bir dönemi ifade ediyor ama yakın gelecekteki kalıntıları yaşamı düzeltilemez hale getirecek.
Önümüzdeki seçimlerde Türk seçmeninin en çok dikkat etmesi ve sorgulaması, partilere birebir hesap sorması gereken konu çevrenin korunmasıdır.”