Last Updated on 25 Şubat 2022 by Yaşar Çelik
Merkezi Almanya’nın başkenti Berlin’deki Bertelsmann Vakfı’nın yeni raporuna göre, daha otoriter bir yönetim anlayışının yerleştiği, ekonomisi daha da kötüleşen Türkiye, son 10 yılda demokrasi ve hukuk devletinin en çok gerilediği ülke oldu.
Gelişen piyasa ekonomileri ve gelişmekte olan ülkeler grubundaki 137 ülkeyi mercek altına alan Bertelsmann Vakfı’nın 2022 yılı Dönüşüm Endeksi (BTI) raporu, Türkiye ile ilgili dikkat çekici sonuçlar ortaya koydu.
Raporda Türkiye, hukuk devleti, demokratik kurumların istikrarı ve devletin temel işlevini yerine getirme kapasitesi bakımından 137 ülke arasında 74’üncü sırada yer aldı. Son 10 yılda toplam -2,85 puanlık kayıpla Türkiye, mercek altına alınan tüm ülkeler arasında siyasi alanda en büyük gerilemenin yaşandığı ülke oldu.
BTI raporuna göre, 2023 yılında cumhuriyetin kuruluşunun 100’üncü yıldönümünü kutlamaya hazırlanan Türkiye üç temel sorunla karşı karşıya. Raporda bu sorunlar “Otoriterleşmenin konsolidasyonu, ekonomik kırılganlık ve artan oranda ihtilafların hakim olduğu bir dış politika” olarak sıralandı.
“Otoriter eğilimler konsolide oldu”
Türkiye’nin 2011 yılına kadar “İslam ve demokrasinin bağdaşabilirliğine örnek gösterilerek alkışlandığına” dikkat çekilen raporda, özellikle 2013 yılından itibaren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sergilemeye başladığı “ataerkil ve siyasal İslamcı liderlik tarzının” hakim hale gelmeye başladığı belirtiliyor. 2016 yılındaki darbe girişiminin cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi meşrulaştırmak için kullanıldığı, bu dönüşümün güçler ayrılığını baltaladığı ve siyasi katılımcılığının da ciddi ölçüde kısıtlanmasına yol açtığı vurgulanıyor.
Raporda, “‘Yeni Türkiye’de, ‘güçlü bir yürütme sistemi’ kisvesi altında, otoriter eğilimler konsolide olmuştur” tespiti yer alıyor ve 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından ordunun sivil denetim altına alındığı kaydedilirken “2018’de Türkiye’nin parlamenter demokrasiden cumhurbaşkanlığı sistemine geçişi, ülkenin otoriterleşmesini hızlandırdı. Dolayısıyla yürütme en büyük antidemokratik aktör. Türkiye’de kalan birkaç liberal demokratik, reformcu aktör, demokratik yollardan seçilen cumhurbaşkanının izlediği otoriterleştirme hamlelerini tersine çevirebilecek yeterli güce sahip değil” değerlendirmesine yer veriliyor.
“Milliyetçilik yükseldi”
Türkiye’de milliyetçiliğin yükselişte olduğu, ancak milliyetçi söylemlerin sadece AKP ve koalisyon ortağı olan MHP tarafından değil, muhalefet partileri tarafından da kullanıldığı belirtilen raporda, “Kutuplaşma hız kesmeden devam etti” deniliyor.
“Erdoğan, ülkeyi kutuplaştırmak için popülist milliyetçiliği kullandı” denilen raporda, Türkiye’de kimlik politikalarının kutuplaştırma amacıyla araçsallaştırıldığı, cumhurbaşkanının söylemleriyle başta Kürtler olmak üzere seküler reformcu kesimleri hedef aldığı belirtiliyor.
Otoriter siyasal İslamcı anlayış
Raporda, iktidarın siyasal İslamcı gündemi eleştirilerek “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın otoriter İslamcılığı, devletin düşmanı ilan edilen Gülen hareketi takipçilerini ve Kürt azınlığını hedef almaktadır” ifadeleri yer alıyor.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimini izleyen süreçte AKP hükümetinin öncelikli güvenlik hedefinin “Gülen hareketini devlet yapılarından, özellikle ordu ve istihbarat servisinden temizlemek” olduğu vurgulanırken devamında “Çoğunluğu Avrupa ve ABD’ye kaçan Gülen hareketinin yöneticileri, buradan ideolojileri doğrultusunda, Türk hükümeti aleyhindeki hasmane faaliyetlerine devam ediyorlar” görüşü dile getiriliyor.
Siyasal İslam’ın toplum mühendisliği
Raporda ayrıca Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın siyasette artan ağırlığına da dikkat çekiliyor. Erdoğan’ın politikalarıyla Türkiye’de daha İslami bir yaşam tarzını teşvik ettiği belirtiliyor, toplumsal yaşamın siyasal İslamcıların hedefleri doğrultusunda dönüştürülmeye çalışıldığı kaydediliyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kamusal hayatın her alanında etkisini artırdığına işaret edilen BTI raporunda, “Diyanet, cumhurbaşkanının homojen İslami bir toplum inşa etme hedefi ile uyumlu bir şekilde, hükümetin kültürel mühendisliğinin bir aracı haline gelmiştir” ifadeleri yer alıyor.
Diyanet’in resmi olarak karar alma mekanizmalarında yer almamakla birlikte cumhurbaşkanı ve hükümet tarafından alınan kararlara “meşruiyet kazandıran dini otorite” gibi haraket ettiği de yapılan tespitler arasında bulunuyor.
Kamu yönetiminde gerileme, yürütmenin artan baskısı
BTI 2020 Türkiye raporunda, ayrıca demokratik kurumların işleyişinde yaşanan gerilemeye de dikkat çekiliyor.
“Cumhurbaşkanının ölçüsüz denetimi, yandaşlık, siyasallaşma, liyakata dayanmayan yönetim biçimi, hesap verilebilirliğin yok edilmesi sonucunda kamu yönetiminin verimliliği ve kalitesinin gerilediğine” işaret edilen raporda, “Kamu harcamalarında şeffaflığın olmayışı ve artık doğrudan cumhurbaşkanına bağlı olan Merkez Bankası başta olmak üzere düzenleyici kurallarının bağımsız olmayışı, en temel endişelerin nedenlerini oluşturmaktadır” görüşü aktarılıyor.
Siyasi katılımcılık, basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü alanlarında yaşanan gerilemeye dikkat çekilen raporda, “Meclis ve kamu yönetimi dahil, tüm demokratik kurumlar artan oranda yürütme tarafından denetleniyor” gözleminin de altı çiziliyor.
“Öngörülemeyen ve güvenilmez partner”
İç siyasetteki gelişmelerin Türkiye’nin dış politikasını da etkilediğine vurgu yapılan BTI raporunda, Suriye ve Libya’daki tek taraflı askeri operasyonları ile Doğu Akdeniz’deki sondaj faaliyetlerinin Türkiye’nin NATO ve Avrupa Birliği’ndeki (AB) müttefikleriyle ilişkilerindeki gerilimi tırmandırdığı kaydediliyor.
Türkiye’nin uluslararası sorunların çözümünde diplomasi yerine güç kullanmaya yöneldiği, uluslararası ilişkilerde “öngörülemeyen ve güvenilmez bir partner” konumunda bulunduğu kayda geçiriliyor. Ayrıca “Cumhurbaşkanlığı sarayının dış politika karar alma süreçlerini tekeli altına alması sebebiyle dış politikada kurumsallık azaldı. Bu sadece iç ve dış politika arasındaki sınırların kaybolmasına değil, aynı zamanda Türk dış politikasını tutarsız ve istikrarsız hale de getirdi” görüşü aktarılıyor.
Yaygın yapısal sorun: Yolsuzluk
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ve yargı bağımsızlığındaki gerilemenin “Türkiye’de işleyen serbest pazar ekonomisini gölgelediği” vurgulanırken yolsuzluk da “yaygın bir yapısal sorun” olarak nitelendiriliyor.
Bağımsız ve önleyici nitelikte bir yolsuzlukla mücadele kurumunun olmaması “en temel sorunlardan biri” olarak değerlendiriliyor, Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele için hedeflenen reformların büyük bir kısmını hayata geçirmediği vurgulanıyor.
Kamu idaresinin cumhurbaşkanının elinde merkezileştiği, şeffaflığın azaldığı, denetim mekanizmalarının da işlemez halde olduğu belirtilen raporda, “Tüm bunlar sistemi yolsuzluğa daha elverişli hale getirdi” deniliyor.
Ekonomi giderek kötüleşiyor
Ekonomideki gerilemenin de mercek altına alındığı raporda, “Koronavirüs salgını, Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar ve dengesizlikleri kötüleştirdi” değerlendirmesinin altı çiziliyor.
“Hukuk devletinin erozyonu ve ekonomi yönetiminin bağımsızlığının olmayışı, Türkiye ekonomisini olumsuz etkilemeye devam ediyor” denilen raporda şu ifadeler de yer alıyor:
“Eş zamanlı olarak, Türkiye’nin Batı ile gerilimli ilişkileri, bir dizi bölgesel ihtilafa taraf olması, kurumların siyasallaşması, yaklaşık dört milyon mültecinin akını ve Covid-19 salgını Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkiledi.”
100’üncü yıldönümü için temenniler listesi
1 Şubat 2019 ile 31 Ocak 2021 arasındaki döneminin mercek altına alındığı 51 sayfalık rapor, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2023 yılındaki 100’üncü yıldönümü için “temenniler listesi” ile bitiyor.
Demokratik, çoğulcu kültürün gelişimi için politikalar geliştirilmesi önerilen bu bölümde, siyasi tutukluların serbest bırakılmasının Türkiye’deki normalleşme için çok önemli olduğu vurgulanıyor.
Serbest seçimler, bağımsız yargı, özgür medya ve güçlü bir sivil toplum beklentisinin altı çizilirken HDP’ye yürütülen baskıların kaldırılması gerektiği, “Kürt vatandaşları ile örgütlenmelerini marjinalleştirmeye son verilmeli” ifadeleriyle kayda geçiriliyor.
Ekonomide yapısal ve kurumsal reformlara gidilmesi gerektiği ifade ediliyor, düzenleyici kurulların bağımsızlıklarının güvence altına alınmasının önemine vurgu yapılıyor. “Kapsamlı kamu idaresi reformu” çağrısı yapılan raporda, liyakata ve şeffaflığa yönelinmesi, kamu harcamalarının denetlenmesi isteniyor.
Türkiye’nin jeostratejik konumu, büyüklüğü gibi nedenlerden ötürü bölgesinde önemli bir rol oynamaya, daha bağımsız bir dış politika izlemeye devam etmesinin beklendiğine işaret edilmekle birlikte “NATO ve AB gibi uluslararası platformlar Türkiye’nin demokratik ve çok taraflı insiyatiflerde yer almasını sağlamak için kullanılmalı” deniliyor.
Rapor iki yılda bir yayımlanıyor
Bertelsmann Vakfı’nın Dönüşüm Endeksi raporu, 2004 yılından bu yana her iki yılda bir yayımlanıyor. 2020 yılında yayımlanan raporda Türkiye ilk kez “otokrasi” olarak sınıflandırılmıştı.
Rapor, vakfın 120 ülkede 250’yi aşkın uzmanın yer aldığı bir uluslararası ağın sağladığı analizlerden yola çıkılarak hazırlanıyor.
Raporda yayımlanan veriler, Almanya ve ABD’nin kalkınma ajansları, Dünya Bankası ve Şeffaflık Ajansı tarafından da dikkate alınıyor.