Antalya’nın 7 şehir efsanesi nedir? Dünya uygarlık tarihi için oldukça önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan (antik adı ile Pamphylia) Antalya, 7 şehir efsanesine ev sahipliği yapmaktadır.
1–Belkıs Efsanesi -Aspendos
Romalılar döneminde hüküm süren, Aspendos kent kralının, tüm dünyada eşi benzeri bulunmayan bir güzellikte ve zarafette olan Belkıs adında bir kızı vardır. Dünyanın dört bir yanından Belkıs’a aşık olanlar, evlenmek için tüm varını yoğunu ortaya döken insanlar ile doluydu güzeller güzeli Belkıs’ın etrafı. Kral, bu kalabalığa bir çözüm bulabilmek adına bir yarışma düzenler; Aspendos kentine en yararlı eseri yapana Belkıs’ı vereceğini söyler. Belkıs’a aşık olan, filozoflar, mimarlar, şairler kendi yetenekleri doğrultusunda eserlerini yaparlar. Kral bu eserleri teker teker gezer fakat gözü iki esere takılır. Biri su kemeridir diğeri yarışmaya son katılan mimarın yaptığı tiyatrodur. Su kemerlerini görünce kral, hayranlığını gizleyemez ve kendisine çok fayda sağlayacağını düşünür. Tiyatroya doğru ilerleyince de, yalnız başına yürüyen bir genci görmekle beraber kulağına oldukça kuvvetli bir ses ilişir “Kral kızı benim olmalıdır; kral kızı benim olmalıdır.” Oysa ki genç bu cümleyi sadece fısıldayarak söylemiştir. Fakat tiyatro sahnesinin mükemmel akustiği sayesinde bu sesler kralın kulağına kuvvetle gitmektedir. Kral bu durumdan dolayı oldukça etkilenir. Sonrasında ikisinin eseri arasında seçim yapamayacağını anlar. Fakat kızını kiminle evlendirmesi doğru olacaktır? Bilemezdi. Bu yüzden aklına bir hinlik gelmiştir. İki mimara da “Öyle yararlı eserler yaptınız ki, sözümü tutmak zorundayım. Dünyalar güzeli kızımı, ikinize de vermeliyim. Belkıs’ı ikiye böleceğim ve aranızda bölüştüreceğim” demiştir. Fakat Aspendos’u inşaa eden mimar Zenon, bu durumu kabul etmemiş, bağrına taş basarak diğer mimara bölmeden verebileceğini söylemiştir. Böylece, babası kimin gerçekten sevdiğini anlamıştır. Ve Belkıs’ı Aspendos tiyatrosunun mimarı Zenon ile evlendirmiştir.
2- Titreyen Göl
Göldeki kuşları besleyen, evcilleştiren ve göle yakın bir yerde oturan yaşlı bir adam ile başlar efsane.. Rivayetlere göre; avcılar göldeki kuşları avlamak için toplanırlar. Yaşlı adam onları görür ve onları durdurmak için göle doğru koşar. Fakat yetişene kadar su üstünde görülen ördekleri avlarlar. Yaşlı adam, daha fazla kuş ölmesin diye onları ikna etmeye çalışır fakat nafile.. Avcılar, yaşlı adamı göle iterek düşürürler. Bu esnada, diğer tüm kuşlar hep birden havalanır ve kanatları ile bir hortum oluştururlar. Bu şekilde avcıların kaçmasına sebep olurlar. O günden sonra göl her zaman titrer bir durumda insanların gözüne görünür. Bu titremeyi, insanlar kuşların yaşlı balıkçı ardından yâd etmeleri olarak nitelendirmişlerdir.
3- Noel Baba
Patara kentinin oldukça zengin bir tüccarın tek oğlu, gerçek adı ile Aziz Nikolas olan fakat “Noel Baba” olarak bilinen iyi mi iyi bir beyefendinin hikayesi, M.S. 270’Lİ yıllarda zengin tüccarın ölmesi ve mirasın kendisine kalması ile ortaya çıkmaktadır. Kendisi aslında piskopostur. Bu sebepten ötürü kırmızı pelerini ile öne çıkmaktadır. Servetini keyif için değil de yoksullar ve çocuklar için kullanmaya karar verir. O günlerde, kızları evlenme çağına gelmiş fakat çeyiz düzemeyen bir baba vardır. Baba, kendini her gün kahrederek ne yapacağını düşünür dururmuş. Aziz Nikolas, bu durumu öğrenince kayıtsız kalmamış ve gururlarını kırmayacak bir şekilde yardım etmeye çalışmıştır. Fakat bu yardım elden ele verilmemiş, evin bacasından içeri bir kese altın atarak yapılmıştır. İşte burada Noel Baba’nın hikayesi başlamıştır. Kendisine ihtiyaç duyan herkese bacadan yardım eli uzatmıştır..
4- Ele’nin Gözyaşları
Gerçek aşıkların asla pet etmemesini öğreten efsane, Bizans Tekfuru Argiles’in dünyalar güzeli Elen’i ile ilgilidir. Eleni, döneminde yaşayan ve kendilerinden oldukça fakir bir oğlana gönlünü kaptırmıştır. Fakat aynı zamanda babası, ülkeleri yağmalayan Vasili isimli bir korsana Eleni ile evleneceğine dair söz vermiştir. Kızı fakir oğlana aşkını ilan eder ve asla Vasili ile evlenmeyeceğini bildirir. Bunun üzerine baba, kızının ona karşı gelmesine çok öfkelenir ve aklını başına getirme amacı ile onu Alanya Kale’sinin zindanlarına mahkum eder. Kalenin içinde daracık hücresinde, sadece Damlataş kumsalına bakan ufak bir pencere varmış. Bu pencerenin sırrı ise tüm Alanya’nın güzelliklerini göstermesidir. Eğer güzellikleri görürse, Eleni’nin evliliği kabul edip rahat hayat yaşayacağını düşünmüştür. Fakat Eleni bu oyuna gelmemiş, pişman olmamış yalnızca gece-gündüz sevdiği için göz yaşı dökmüş. Bu gözyaşları, Damlataş’a uzanan kurak bir halde olan Kıraç tepe’ye dökülmüş. Gözyaşları ile birlikte defne, nar ve iğde ağaçları boy vermiştir. Bu sebepten ötürü, ne zaman yağmur yağsa ve ortalığı defne kokusu sarsa, yörenin insanları Eleni’nin ağladığını düşünürmüş.
5- Kaş’ta Uyuyan Dev Efsanesi
Kaş Dağının üzerinde uyuyan Dev ve Kaş’ın karşısında olan Meis adasının üzerinde uyuyan başka bir devin efsanesi olarak günümüze gelmiştir. Efsaneye göre; birbirinden ayrı, karşı karşıya uyuyan iki dev, bir gün denizin yükselmesi ve her yerlerine su değmesi ile uyanacak ve birbirlerine doğru yürüyerek kavuşup aşk yaşayacaklardır.
6- Yanartaş (Chimera) ve Belerophontes Efsanesi
Bir av partisinde, Ephyra Kralı Glaukos’un oğlu Hipponoes kardeşi Belleros’u öldürür. Öldürmesi sonucunda Hipponoes “Bellerous’u Yiyen” anlamına gelen Bellerophontes ismiyle anılmaya başlar. Glaukos tarafından Ephyra’dan sürülür ve Argos kralına sığınır. Argos da bu durumu kabullenmez fakat kendisine sığınmaya çalışan birini öldürmek istemediği için Bellerophontes’i Likya kralına yönlendirir. Likya kralı da onu öldürmek istemese de onu Olmpos dağında yaşayan ağzından alevler saçan Chimera isimli canavar ile dövüşmeye iletir. Bellerophontes Pegassos ile Olympos dağına gider. Dövüş başladığı anda Pegassos havalanır ve Chimera’nın üstüne yükselip hızlıca inerek mızrağını Chimera’ya saplar. Öyle hızlı saplamıştır ki Chimera yerin yedi kat dibine inmiştir. Buna rağmen alevleri yerin dibinden saçılmaya devam ederek günümüze kadar varlığı korumuştur. Olimpiyat Meşalesi olarak adlandırılan ve günümüzde uygulanan bu kült, Chimera’nın sönmek bilmeyen ateşinin sembolüdür.
7- Eğri Göl Efsanesi
Zamanında, dalyan gibi bir yiğit ile güzel mi güzel bir kadın varmış. Ne hikmetse her ikisi de birbirine delice sevdalanmış. Sevdaları öyle büyüktü ki, kimse önlerinde duramamış ve sözlenmişler. Düğüne kadar, yiğidin askere gidip gelmesi gerekiyordu. Evlenmeden ayrı düştüler. Kadın yıllarca askerliğin bitmesini, onun dönmesini beklemiş. Ne yazık ki geriye sadece şehit olduğu haberi gelmiş. Kadın feryat figan ağlarken babası kızının evde kalmaması için, evlenecek birini bulur kısa sürede nişanlandırır ve düğün hazırlıklarını başlatır. Fakat kadın hâlen sevdiğini özler dururmuş, gönlü de hiç razı değilmiş. Mecburiyet ya binmiş ata, gözleri yaşlı. Bugünkü konumu ile Eğri Göl’ün yolunda at yavaşça ilerlerken, kadın ellerini göğe açarak “Allah’ım, ya beni suya sal sevdiğime varayım ya da kuş et salıver!” der. Bunu der demez kadıncağız suya dönüşür ve orada bir göl oluşur. Orada duran kervanların eğri büğrü duruşundan dolayı Eğri Göl’ü olarak adlandırılır. Rivayetlere göre her Cuma günü kadının suya dönüştüğü saatte gölden bir kıvılcım yükselir suya geri dönermiş.