Last Updated on 4 Aralık 2023 by Turizm Günlüğü
Cezayir, başkenti ile aynı isme sahip bir ülke. Enteresan olduğu kesin. Nereden geldiğini duymuş muydunuz peki? Osmanlı Devleti’nin En Batı Toprağı, Cezayir
Bu aynı isim durumu aslında bizim dilimizde bu şekilde. Literatürde ülkenin ismi Fransızca kökeniyle “Algeria”, başkentin adı ise “Algier”. Ama biz kendimizi yormamış ve her ikisine da Cezayir deyip geçmişiz. 1525 yılında Barbaros Hayrettin Paşa, şehrin kıyısında bulunan adalardan esinlenerek, şehrin adını Arapça “adalar” anlamında olan “Al-Jazāʾir” koymuş ve ardından tüm ülkeye bu şekilde hitap etmiş.
Barbaros Hayrettin Paşa yani Osmanlı Devleti mi? Evet hem de 300 yıl bu topraklarda hüküm sürmüş Osmanlı Devleti. Demek atalarımız şu an İstanbul’dan uçakla 3 buçuk saatte gidilebilen Cezayir’e gidebilmiş öyle mi? Gidebilmiş, doğru. Hatta Osmanlı Devleti’nin Dünya üzerindeki en batı toprağı yapmışlar Cezayir’i. Az değil 300 yıl sahip olunan bu toprakların mimarisinde, kültüründe, en çok da mutfağında bırakılan izler hemen göze çarpmakta. Ancak daha çok Arap-Fransız sentezinin akıllarınızda yer edeceğini söylemek zorundayım. Neden bu zorunluluk derseniz, ülkenin tarihi bunu birazdan size söyleyecek.
“Cezayir’in Tarihi Dönüşümü: İspanyol Tehdidinden Osmanlı Himayesine”
Cezayir’in ilk yaşayanları Araplar, Berberiler ve bedevi kavimler olup, 7’nci yüzyılda Müslümanlığı da kabul ederek sorunsuz bir şekilde bu topraklarda yaşam sürüyorlarmış. Bu rahatlık Endülüs’ü ele geçiren İspanyolların dikkatini çekmiş. Ülkenin kaynaklarına göz dikip, Afrika’da Hristiyanlığı yayma hedefiyle Cezayir’de hakimiyet çabalarına girişmişler.
Bunun üzerine Cezayir, dönemin en güçlü imparatorluklarından biri olan Osmanlı’nın Akdeniz’de bulunan donanmasından yardım talep etmiş. Bu yardımı olumlu karşılayan Oruç Reis ve Barbaros Hayrettin tarafından da Cezayir İspanyollardan kurtarılarak Osmanlı Devleti’ne dahil edilmiş.
“Gözden uzak olan gönülden de uzak olur” durumu, başkent İstanbul’dan onlarca km uzakta olan bu Osmanlı toprağı için her geçen yıl daha da fazla hissedilmiş. Yönetime getirilen ağalar, paşalar ve son olarak dayılar merkezi otoriteye itaatsizlik edip, farklı ülkelerle çeşitli anlaşmalar yapmaya başlamışlar. Bu anlaşmalardan biri de Fransa ile yapılan buğday ihracatı anlaşmasıymış.
“Cezayir Dayısının Fransız Konsolosuyla Karşılaşması: Borç Krizinden Diplomatik Gerginliğe”
Fransa, buğday ihtiyacının önemli bir bölümünü o tarihlerde Cezayir’den karşılamaktaymış. Ama iş ödemeye gelince ise pek de istekli davranmıyormuş. Dönemin Cezayir dayısı da Fransa’ya mektup yazıp, borçlarını ödemesini istemiş. İlk mektuptan sonuncusuna kadar geçen 3 yıllık sürede hiçbir mektuba cevap alınmamasının ardından, 1827 yılında Cezayir dayısının Fransız konsolosunu konağına davet edip, “neden mektuplara cevap vermiyorsunuz?” sorusuna, “Fransa kralı sana mektup yazmaz ve göndermez” demesiyle sinirlenen dayı, elindeki yelpaze ile birkaç kez konsolosa vurarak huzurundan kovmuş.
Bu olay sonucu, Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesi için beklediği fırsat eline geçmiş ve 1830 yılı ağustos ayında Cezayir’in Fransız ordusu tarafından işgal edildiği Osmanlı’ya bildirilmiş. Böylece 300 yıl süren hakimiyet sona ererek 1962’ye dek sürecek olan Fransız işgali başlamış.
1962’den günümüze tam bağımsız Cezayir halkı ülkelerinin tek sahipleri ama sahipliğe giden zorlu, kanlı ve trajik mücadelelerinden bahsetmemek olmaz. Buradan bu mücadeleye tanıklık edebilirsiniz.
Bağımsızlık sonrası bu direnişi tüm ülke ve dünyaya duyurmak isteyen Cezayir, o dönemde bunun en iyi yolunun bir sinema filmi olacağı konusunda birleşmiş. Uluslararası alanda ve Arap dünyasında pek çok ödül kazanan, Türkçesi “Cezayirlilerin Savaşı”, orijinal adıyla “The Battle of Algiers” filmi 1965 yılından bu yana yayında. Alt üstü bir filmdir ne olabilir ki demeyin, emin olun bir filmden fazlası. Film o kadar gerçekçi çekilmiş ki, o yıllarda birçok ülkenin askeri akademilerinde ders müfredatlarında özel gösterime sunulmasından, Fransa’da gösteriminin yasaklanmasından, ABD Savunma Bakanlığı tarafından yüksek rütbeli komutanlar ve istihbarat elemanlarına izlenmesi zorunlu kılınmasından, hatta 1965 yılında Cezayir’de film çekimleri devam ederken, askeri darbe yapılması sırasında halkın sanki bunu filmin bir parçası sanmasından dolayı gerçekten büyük bir başyapıt. (Film çekimleri, askerin kışladan çıkıp iktidarı devirmesi operasyonunun kamufle edilmesine dolaylı biçimde yardımcı oluvermiş! Halk ve kamuoyu, kışladan çıkan askerleri ve ağır silahları, sanki film senaryosunun bir parçasıymış gibi düşünmüş. Darbe ihtimali hiç akıllarına gelmemiş) Çekimlerin neredeyse tamamının, o dönem direnişin merkezi Kasbah’ta yapılan bu filmi buralara yolunuz düşmeden önce mutlaka izlemenizi öneririm. Bu arada yolunuzu buralara rahatça düşürebilirsiniz.
Konum itibari ile maalesef ön yargıların istemsizce oluşacağı Cezayir sanılanın aksine güvenlik sorunu yaşamayacağınız bir ülke. Şimdi buna “z” kuşağı hariç itiraz edenler olabilir. Ne de olsa 1991-2002 yılları arasında televizyonlarda sürekli Cezayir’de süren iç savaşın görüntüleri kazınmıştı hafızalara. Yine mi savaş bu topraklarda? Maalesef evet. Fransa değil ama bu kez düşman. Düşman birbirine zıt ideolojiler, inançlar ve idealler. “Kirli Savaş” adı verilen bu savaşın, sömürgeciliğe karşı verilen direniş kadar uzun sürmemesi ve nihayet 11 yılda sona ermesiyle günümüz çehresine kavuşabilmiş Cezayir.
“Cezayir’in Geleceğe Umutla Bakışı: Büyük Savaşların Ardından Yeniden İnşa ve Gelişim Mücadelesi”
Bu kadar büyük bir ülke, doğal olarak de beraberinde getirdiği büyük karışıklıklar, mücadeleler. Tüm bu yorgunluklara rağmen, geleceğe umutla bakan Cezayirliler bir daha asla böylesine büyük savaşlar yaşanmaması adına ülkelerinin kıymetini bilip, daha güzel yerlere getirmek için ise var güçleriyle mücadele etmekteler.
Adı her ne kadar savaş kelimesi ile aynı cümlede geçse de bir turistin tercih listesinde olmasını gerektirecek güzelliklere sahip Cezayir’e hele ki tarih sever bir gezgin iseniz hiç durmayın derim.
Umarım Cezayir ve halkı için gelecek, geçmişinden daha huzurlu ve aydınlık olur…