Romanya’nın renkli başkenti Bükreş, Drakula’nın anavatanı Transilvanya ve tarihi dokusuyla Braşov’da üç gün boyunca unutulmaz bir maceraya çıkın. Kısa süreye sığdırabileceğiniz en dolu keşif için önerilerimizi kaçırmayın! romanya gezi rehberi
Aralık ayının üçüncü haftası karar verdiğimiz Romanya gezimiz için aklımızda çok fazla soru işareti olmasına rağmen -yolların durumu ve havanın soğukluğu gibi- tüm bunlara takılmadan yola koyulalım dedik ve üç gün planladığımız Romanya turumuzun startını perşembe akşamı verdik. Her şehre birer gün ayırdık ve başlangıcı başkent Bükreş ile yaptık, ikinci gün ise merakla beklediğimiz Transilvanya ziyareti ve son gün de Braşov sokaklarında gezimize noktayı koyduk.
Şimdi birbirinden farklı güzelliklere sahip bu üç şehre yolu düşecekler için tavsiyelerimizi sıralayalım.
İstanbul’dan Hamzabeyli sınır kapısına doğru yola çıkıyoruz ve tüm yolculuğumuzun belki de en büyük problemi olan sınır kapılarındaki uzun bekleyişlerin ilki başlıyor. Sınırı geçtikten sonra Bulgaristan’ın kuzeyine doğru yol alıyor ve Ruscuk şehrinden geçen Tuna Nehri üzerindeki Tuna köprüsünden yol alarak Bükreş’e doğru gidiyoruz.
1. GÜN: BÜKREŞ
Gri, ruhsuz ve renksiz binalara rastlayacağımı düşündüğüm başkent Bükreş yeni yılın etkisiyle renkli, hareketli ve canlı yapısıyla bizi büyük bir sürprizle karşıladı. Buz gibi havada içimiz ısındı resmen.
İki aşamada gezeceğimiz şehirde ilk durağımız sabahın ilk saatleri ile Bükreş’in en eski kilisesi olan Saint Anthony Ortodoks Kilisesi oldu. Küçük ama harika taş işçiliği ve Bizans resimlerine ev sahipliği yapan bu kiliseden çıkıp hemen karşısındaki eski bir Osmanlı Hanı olan ve Bükreş’in önemli turistik mekanlarından biri olan günümüzde ise otel ve restoran olarak hizmet veren Hanul Manuc’a giriyoruz. Roman gecesine katılmak isteyenler erkenden rezervasyon yaparak bu geceyi deneyimleyebilir. Han’ın bahçesini gezdikten sonra şirin ara sokakları takip ederek Zafer Bulvarı üzerinde yer alan Ulusal Romanya tarih müzesine geliyoruz. Neo- klasik tarzda inşa edilen bu müze 1970 yılından önce postane olarak hizmeti veriyormuş.
Öğle Yemeği için Jack’s Pub
Öğle yemeği için ara sokaklarda yer alan restoranları geziyoruz. Birçok seçenek var ama menüler genelde aynı ve çoğu restoranın şeffaf balon bahçesi bulunuyor. Tercihimizi Jack Pub’tan yana kullanıyoruz ve mükemmel bir tavuk snitzel ve soslu kanat yiyoruz. Mekanın içi de harika döşenmiş, sadece dışarda oturmayın mutlaka içine de bir göz atın derim.
Gezimize yürüyerek devam ediyoruz. Parlamento Sarayı’na doğru giderken yol üstünde yılbaşı etkisiyle süslenmiş şirin mağazalara ve harika binalara şahitlik ediyoruz. 12 katlı Parlemento Sarayı Ceauşescu rejimi döneminde planlanarak bitirilmiş ve Pentagon’dan sonra dünyanın ikinci büyük binası olarak bilinmektedir. Yolumuz üzerinde sanat galerileri ve üniversite meydanı var buralardan geçerek Cotroceni mahallesindeki Bükreş Ulusal Opera binasına doğru geçiyoruz. Binanın önünde güzel bir park bulunuyor, binanın içi ise tam bir görsel şölen, fırsatı olanlar opera veya flarmoni orkestrasını dinleyerek ruhlarına güzel bir jest yapabilir. Müzeden çıkıp hemen yan sokağında bulunan French Revolution Eclairs’da güzel bir kahve ve ekler molası vererek nefesleniyoruz.
Bükreş’i Gezmeye Devam Ediyoruz
Bükreş gezimizin ikinci aşaması ile devam ediyoruz. Araç ile Romanya’nın bağımsızlığı anısına yapılmış olan Zafer Anıtından geçerek Dimitrie Gusti Ulusal Köy Müzesine varıyoruz. Açıkhava da on hektarlık bir alana yayılan bu sosyolojik müzede 17.-20. yy. arasındaki köy yaşantısı ülkenin farklı yerlerinden getirilmiş olan otantik köy evleriyle sergileniyor. Gezilerini iki güne sığdıranlar ve ilgi duyanlar yakın mesafedeki Grigore Antipa Ulusal Doğa Tarihi Müzesi ile Ulusal Jeoloji Müzesini gezebilirler.
Akşam yemeği için tercihimiz Türk ve Lübnan mutfağına ait zengin menüsü ile yerel halkın yanı sıra turistlerinde uğrak yeri olan Duman Oriental Cuisine. Ana yemeklerin dışında özellikle salatalarını denemenizi öneririm.
Bizim seyahatimiz aralık ayının sonuna denk geldiği için şehirde kurulmuş birkaç tane Noel pazarı bulunuyor. En büyük ve görkemli olan West Side Christmas Market’e doğru gidiyoruz -hava buz gibi-. Gördüğüm en güzel neol pazarlarından biri olan bu pazarda kendinizi romantik bir film karesinde hissedebilirsiniz; dönme dolap, ışıklı köprü, buz pisti ve atlı karıncaya yılbaşı müzikleri eşlik ederken size sıcak şarap eşliğinde tek bir karede tüm bu güzellerin keyfini çıkarmak kalıyor.
Bükreş’te gezilecek çok yer var, daha detaylı ve çok yeri gezmek isteyenler ziyaretlerine erkenden başlamalı veya fırsat olursa bu şehre iki gün ayırmalıdır.
2. GÜN: TRANSİLVANYA
Bükreş sınırları içinde yer alan ve başkente 2. 5 saat mesafedeki bir platoda yer alan gotik şehir Transilvanya’yı gezmek için kapalı ve kaotik bir gökyüzü altındayız ve hava da buz gibi yani bu geziye başlamak için her şey mükemmel. Transilvanya, Ormanlar Altındaki Toprak anlamına gelen adının hakkını vererek bizi karşılıyor.
Sabahın erken saatlerinde yola çıkıp şirin köylerin içinden geçerek Peleş Saray’ının olduğu Transilvanya Alpleri olarak da bilinen Karpat Dağlarının eteklerindeki Sinaia’ya varıyoruz. Araçlar belli bir noktada sizi bırakıyor, oradan bir on dakika aşağıya doğru yürüyerek sarayın bahçesine varıyorsunuz. Biraz ısınmak, bir kahve ve atıştırmalıklarla kendimize gelmek için yılbaşı formatına uygun süslenmiş olan bahçedeki şirin kafede kısa bir mola verdikten sonra doğal güzelliklerin eşliğinde Rumen Kraliyet ailesinin eski yazlık evi olan Peleş Sarayına doğru çıkıyoruz. 19. Yüzyıl Avrupa mimarisinin tüm inceliklerini (Neo- Rönesans, Gotik, Barok ve Art Nouveau) yansıtan bu sarayın ince detayları göz kamaştıran nitelikte. Ceviz mobilyaların işçiliğine, vitraylara, heykellere, tablolara ve işlemelerin detaylarına hayran kalacaksınız.
Dracula Kalesi
Karlar altındaki Peleş Sarayını gördükten sonra bir saat mesafedeki Kont Dracula’nın mekanına doğru gidiyoruz. Drakula’nın Şatosu olarak bilinen Bran Kalesi, Transilvanya’nın bir numaralı turistik yeri, İrlandalı yazar Bram Stoker’ ın gotik korku romanı ile aynı ismi taşıyan hayali kahramanı Drakula’nın bu şatonun ünlenmesindeki etkisini göz ardı etmemek gerekiyor. Kapalı bir gökyüzü, karla karışık yağmur ve soğuk hava eşliğinde grinin tüm renklerinin hakim olduğu şato bölgesine giriş yapıyoruz. Mevsimden dolayı çok kalabalık değil, giriş biletlerimizi önceden on-line olarak aldığımız için sıra beklemeden direk giriş yapıyoruz. Ancak kalenin içindeki merdivenler daracık olduğu için içeride daha çok sıra bekliyoruz, Şato’da ince işlenmiş eşyaların yanı sıra enteresan işkence aletlerini görmeye hazır olun.
Bran Kalesi’nden bahsederken hepimizin tarih kitaplarından bildiği Kazıklı Voyvoda’dan yani Vlad Tepeş’den bahsetmeden geçmek olmaz. Eflak (Transilvanya’nın Macarca adı) prensi olarak bilinen bu komutan Osmanlı askerlerini kazığa oturtması ve biriken kanlarını bir fıçıda biriktirerek içmesiyle bilinen ve bundan dolayı vampir olduğuna inanılarak Vlad Dracula yani Şeytanın Soyu adıyla tanınır. Kurt adam, vampir ve fantastik yaratıkların şehri olan Transilvanya mistik yapısıyla adının hakkını iliklerinize kadar hissettiriyor.
Gördüklerinizin etkisinden çıkmak için hemen kalenin eteklerinde kurulan Castel Pazar’da bir şeyler yiyip içebilir ve uygun hediyelik eşyalar bulabilirsiniz.
3. GÜN: BRAŞOV
Transilvanya bölgesinde yer alan ve Bran Şatosuna yarım saat mesafede bir Orta Çağ Sakson kasabası olan Braşov iyi korunmuş gotik, barok ve rönesans tarzı yapılarıyla sizi zamanda bir yolculuğa götürüyor. Yürüyerek gezilebilen kompakt bir şehir olan Braşov sokaklarına kendinizi bırakarak şehri keşfedebilir ve tüm turistik yerlerini bir günde görebilirsiniz. Şehir içinde kayak kıyafetleri ile gezenleri de görebilirsiniz çünkü şehir Poiana Kayak Merkezine ev sahipliği yaptığından turistler için öncelikli konaklama lokasyonu olarak tercih ediliyor.
Şehrin popüler meydanı Piata Sfatului, burası Avrupa’da son kez bir cadının yakıldığı meydan olmasıyla ünlü, meydan da Ortaçağ’ın simge yapılarından olan Konsil Evi/ Konsey Binası bulunuyor. Noel zamanı bu meydanda kocaman bir yılbaşı ağacı ve etrafına minnoş evler kuruluyor, yine kendinizi bir film karesinde hissedeceğiniz bir ortam sizi bekliyor. Meydanın hemen ilerisinde gotik mimarinin hakkını sonuna kadar veren ve altı tonluk çanıyla bilinen Kara Kilise yer alıyor. Şehrin en büyük kilisesinin içinde değerli sanat eserleri, heykeller ve Osmanlı halı koleksiyonları bulunuyor. Avlusu olmayan ve sokakta aniden tüm görkemiyle karşınıza çıkan bu kilisede yaz aylarında kilise orgu ile konserler veriliyormuş.
Kilise’den çıktıktan sonra hemen karşısındaki CH9 Specialty Coffee’ye giriyoruz. Tamamen şirinliğinden etkilenerek girdiğimiz bu kafenin kahve ve pastaları oldukça başarılıydı. Braşov’da yemek için fazla alternatifiniz yok, bilinen menüler birbirini tekrarlıyor. Yolun diğer tarafına geçerek Strada Republicii caddesinden aşağı salındığınızda farklı restoranlar görebilirsiniz. Önerimiz hemen caddenin başında ki La Ceaun veya Bistro Weiss olacaktır.
Romanya yazımızın izleme önerisi benim için çok özel, hayranı olduğum oyuncu Birol Ünel’in başrolünde olduğu ve tüm filmlerine bayıldığım yönetmen Tony Gatlif’in ruhunuza işleyecek filmlerinden biri olan Transilvanya (şuan MUBI’de gösterimde). Fantastik roman severleri için kitap önerimiz ise Bram Stoker’ e ait Dracula kitabı olacaktır.
Beklentimin çok üzerinde gerçekleşen Romanya seyahatinden büyük bir memnuniyetle ayrılırken, gezmek kadar gezi planı yapmanın da çok keyifli olduğunu bildiğimden hemen yeni rotalar için planlara başlıyorum. Yeni rotalarda görüşmek üzere.
Hanul Manuc : https://www.instagram.com/restauranthanuluimanuc/
Duman Oriental Cuisine İnst: https://www.instagram.com/duman_oriental_cuisine_/
West Side Christmas Market İnst: https://www.instagram.com/westside_christmas/
https://www.instagram.com/explore/locations/101517002382695/west-side-christmas-market/
Bistro Weiss Braşov: https://www.instagram.com/bistroweiss/