Last Updated on 30 Aralık 2023 by Turizm Günlüğü
Marakeş, sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir renk paleti. Burası, tarihin ve kültürün renklerle dans ettiği, her köşesinde ayrı bir hikaye anlatan bir yer. Geleneksel pazarların canlı renkleri, tarihi binaların sıcak tonları ve sokakların eşsiz atmosferi, Marakeş’i sadece görmekle kalmayıp hissetmenizi sağlıyor. Bu şehirde her adımınızda, Marakeş’in zengin kültür mirasıyla iç içe geçmiş, göz alıcı renklerin büyüsüne kapılacaksınız. Marakeş, sizi sadece dış dünyanın değil, aynı zamanda kendi iç dünyanızın da keşfine çıkaracak bir yer. Burada her renk, bir duygunun, bir anının ya da bir hayalin temsilcisi. Hadi, bu renkli serüvene birlikte adım atalım ve Marakeş’in büyüleyen renklerinde kaybolalım.
Marakeş’in Büyüleyen Renkleri
Marakeş’in İçten Dışa Renklerinde Kaybolmak
Hiç öyle sıradan bir şey değildir seyahat…
Her seyahatim beni kendime daha da yaklaştırır.
Bir daha bu kadar sık seyahat etmeyeceğim dediğim günün ertesinde yaparım yeni yolculuk planımı.
Her yerde farklı benle karşılaşır, farklı benle vedalaşırım.
Her şehrin enerjisi farklıdır ya dengeler ya sarsar ya da aşar bizi.
Kimi zaman ekonomik zenginlik içindeki ülkelerdeki fakirliğe, kimi zaman fakir ülkelerdeki zenginliğe şahit olurum. Gözlerim yaşarır.
Aklım kalır birçok şehirde. Sonra tekrar buluşmak üzere vedalaşırım tek tek beni kucaklayan insanlarla; hepsi benden habersiz ya da hepsi haberli belki ben hepsinden habersiz.
Kalbimi bırakırım;
Satın aldığım tabloyu daha rahat taşıyabilmem için elleri parçalanarak çivilerini söken yaşlı gülen gözlerde.
Kalbimi bırakırım;
Salonumda hayal edipte bütçemin yetmediği bir seramik tabağı almak için verdiğim pazarlık mücadelesinin ta gerisindekini hissedip bana yok pahasına o tabağı satan antikacıda.
Kalbimi bırakırım;
Her sabah gün ağarmadan balığa çıkan balıkçılarda, kahveyi çayı ben uyanmadan masada hazır eden garsonlarda, el arabasında 30 kuruşa sattığı ekmek arabasıyla köşede bekleyen kadında, beni eğlendirmek için elli takla atan sokak şarkıcılarında, ücra bir köşede herkesten uzakta radyosunu dinleyerek babadan kalma işi ibadet gibi devam ettiren el sanatçılarında , yorgunluktan balık ağlarında uyuyakalmış hamallarda.
Kalbimi bırakırım;
Bu yolculuğa benimle çıkan sevgilimde, dostumda.
Bırakırım kalbimi “onlarda”; kimi haberli, çoğu habersiz birbirinden …
Sonra aklımı hemen toplar daha eve varmadan bir sonraki seyahatimi planlarım kalbimi bıraktıklarımla tekrar karşılaşmak için. Kimi zaman aynı mekânda başka canlarla, kimi zaman başka mekanlarda aynı canlarla.
Beni benden alıp çok uzaklara götürür seyahat ve çok uzaklardan alıp en yakınıma getirir.
Hiç öyle sıradan bir şey değildir seyahat.
İşte öyle bir seyahatti Fas seyahatim.
Marakeş’in renkleri
Sahra çöllerinin yakıcı kumlarından Akdeniz’in ferah turkuaz sularına uzanan Fas’ı bence en iyi tanımlayan üç şey renkler, ışıklar ve kokular.
Zamanın durduğu bir ülke Fas. Hem anda çok hızlı akan hem de seyrinde ahenk olan büyüleyici bir ülke.
Her kapalı kapının ardında başka bir dünya olduğunu bildiğiniz, penceresiz evlerini rengarenk halılarla canlandırdıkları içine kapanık ama bir o kadar da cömert ve davetkar.
Tek rengin çöllerdeki kum rengi olduğuna inandıran ama onu ışık oyunlarıyla canlı, parlak renklere dönüştürmeyi başaran zenginlikte.
Fas, binlerce yıllık tarihinde, coğrafyalarına uğrayan her kültürü içinde barındırmayı başarmış. Bu otantik ülke Afrika, İspanyol ve İslam kültürünün karışımı Berber’ler, Araplar ve Fransızlarla birleşiyor.
Akdeniz, Afrika ve Arap kültürlerini harmanlayıp keyifle sunmayı başarmış.
Osmanlı hakimiyetine girmemiş olmakla övünüyorlar. 11 değişik dilin, onlarca çeşit etnik grubun zenginleştirdiği bir ülke burası. Yerlileri kendilerine has kıyafetleri “cellaba”larının altında sarı “babus”larıyla tekdüze olmadıklarını hemen fark ettiriyor.
“Emperyal şehirler” olarak anılan Rabat, Marakeş, Casablanka’da sultanların geçmiş yüzyıllardaki hayatı sürülürken diğer yan çöllerde göçebelerin gecelik konaklama yeri olan çadırlarda 1001 gece masallarında yaşarmışçasına geçiyor zaman.
Yaklaşık olarak 32 milyon nüfusa ve 447,000 km² yüzölçümüne sahip bu ülkenin Atlantik Okyanusu’ndan, Cebelitarık Boğazı’nı çevreleyip Akdeniz’de son bulan uzun bir sahil şeridi var. Kuzey Afrika’da Doğudan Cezayir, Kuzeyden İspanya (boğaz boyunca bir denizden bir sınır ve Ceuta ile Melilla özerk şehirleri), güneyden de Moritanya ve Batı Sahra ile komşu.
Bu ikici gelişim bu büyüleyici ülkeye, Kral Muhammed’in davetlisi olarak hem ulusal arası bir konferansta moderatörlük yaptım hem de bir seyyah olarak adım adım izini sürmek keyif almak istedim bu mistik ülkede.
İlk durağım Marakeş oldu. Haritanız, öyle önceden palanlarınız da olsa pek işe yaramıyor bu kentte, sokakların ne adı yazıyor ne de bir yön göstergesi var. Bir şehirde kaybolmak belki orayı öğrenmenin en iyi yolu. Marakeş’i gezmenin başlangıç yeri Menara Parkı olmalı. İçinde dev sazan balıklarının yüzdüğü sulama amacıyla yapılmış yapay bir gölcüğün etrafında zeytin ve palmiye ağaçlarıyla kaplı bir park burası. 12. yüzyıl eseri Koutubiya Cami, bir sonraki ziyaret yeri.
Ve ardından Marakeş’in eski şehrine giriyorsunuz. Kasap, manav, bakkal, demirci, berber, baharatçı, fırıncı, şekerci, terzi ve aklınıza gelen her meslek icra ediliyor burada. Yine sırasıyla gezeceğiniz önceki hanedanın ailesine ait olan Saadi Mezarları ve 19. yüzyılda vezir Musa’nın gözde eşi adına yaptırdığı Bahia Sarayı çok güzel el işçilikleriyle göz kamaştırıyor. 19. yüzyılda harem olarak inşa edilen Bahia’da kralın her hanımının ayrı odası ve avlusu var. Günümüzde kraliyet ailesi Marakeş’e geldiğinde bu sarayda kalıyor.
Her yol Jemaa al-Fna’ya çıkıyor. Unesco dünya miras listesinde yer alan bu meydan gece başlıyor yaşamaya. Kavurucu güneş batmaya başladığında burası da yavaş yavaş doluyor. Açık hava kebap tezgâhları, taze meyve suyu tezgâhları, hikaye anlatıcıları, çalgıcılar, zenneler, falcılar, kınacılar, yılan oynatıcıları arasında bambaşka bir yer olup çıkıyor.
Bütün bu kargaşanın arasında, meydana bakan Terraces Al-hambra’da mola vermeyi tercih ederseniz Cafe de France da bu havayı dışarıdan solumak için en iyi yer. Günün her saati buraya oturup notlarınızı alabilir hayatın nasıl hızlı ama yavaş aktığını izleyebilirsiniz.
Mamounia, hayatınızda bir kerecik bile olsa kalmanız, içinize sindirmeniz gereken nadir otellerden birisi. Geceliği 2500 avro civarı ama daha hesaplı olduğu zamanlar seçilebilir. Sahibi, Kral Muhammed VI. tasarımını Faslı ve Fransız mimarlar, dekoratörler, ustalar ortaklaşa yapmışlar. Marakeş’e gittiğinizde şayet esrarengiz “riyad”lardan birisinde kalıyorsanız en azından bahçesinde bir kahve içimi için uğrayın Mamounia Otele uğrayın.
Royal Mansour, Villa des Orangers ve Riad Hotel Marrakesh de aynı şekilde balayınızı tazeleyeceğiniz ya da kendinizi şımartabileceğiniz kalitede oteller. Elbette ki, 70-80 avroya mütevazı riyad’larda kalmanız her zaman mümkün.
Tipik bir Fas yemeği yemek için Al Fassia’yı denemenizi tavsiye ederim. Karamelize balkabağı ve tavuklu tajin, üzümlü ve nohutlu kuskus, tabii ki ardından nane çayı, denemeniz gerekenler arasında. Tajin Makhfoul denenmesi şart bir yemek. Marakeş’in görülmesi gereken mekanlarından bir diğeri Jad Mahal, geleneksel Fas dekorasyonunun en iyi örneği. Tavandaki aynalar ve binlerce renkli işlemeler, görkemli avizeler, üzerine ay düşen havuzuyla etkilenilmeyecek gibi değil.
Şayet “unutulmayacak bir Fas yemeği için nereye gideyim, hesabın nasıl geleceği çok önemli değil” diyorsanız tek adres önerebilirim: Avenue Bab Jdid üzerindeki La Mamounia otelinin bahçesinde yer alan La Marocaine.
Marakeş’in en huzurlu duraklarından biri, kuşkusuz Majorelle bahçeleri. Bahçelerin yaratıcısı, Fransız ressam Jacques Majorelle, 1924’te kurduğu bahçeleri 1947’de ‘halka açmış’. Bin bir çeşit bitki, şimdilerde Majorelle mavisi olarak anılan mavi renkli duvarlarla çevrili. Çöl ortasında bir vaha gibi değişik ağaçların bulunduğu güzel ve büyükçe bir bahçe burası. Ressamın ölümünden çok sonra Yves Saint Laurent tarafından satın alınıp restore edilmiş. YSL, koleksiyonlarında bahçedeki renklerden ilham aldığını söylüyor.
Eski Mısır’da bir inanca göre kapılarda mavi renk kullanmak evleri kötülükten ve nazardan korurmuş. Turkuaz, boncuk mavisi ve camgöbeği tonları Fas’ın sıcak coğrafyasındaki evlere serinlik getiriyor. Fas’ta aslında her renge geçit var. Gece mavisi, patlıcan moru, zümrüt yeşili, safran sarısı evinize renklerin zenginliğini ve canlılığını getiriyor. Kırmızı, kehribar, tarçın, safran gibi sıcak toprak tonları rahatlığın simgesi olarak görülüyor. Parlak bakır lambalar, altın veya gümüş objeler hatta parlak kumaşlar evlere masalsı bir hava katıyor.
Marakeş’e gelmişken biraz dışarıya çıkmanızı tavsiye ederim.
Gelenekselle Lüks Bir Arada
Araç kiralayıp iki saati aşkın süre Marakeş’ten Atlas Dağlarına doğru tırmanabilirsiniz. Meşhur (ve de çılgın) İngiliz girişimci Richard Branson, Kasbah Tamadot’da gelenekler ile lüksü birleştirdiği muazzam bir otel inşa etmiş. Çölde giderken birden karşınıza vaha çıkmış gibi hissediyorsunuz. Hem köyü kalkındırmış hem köydeki gençleri sanki Londra’da Ritz’de servis veriyormuşçasına eğitmiş. Bu tesisleri annesinin anısına köyü kalkındırmaya adamış bir vakfa devretmiş
Her şey köyün kalkınması, insanlarının eğitimi için harcanıyor. Ve sonuçları da çıplak gözle görmek mümkün.
Kalbim Essaouria’da Kaldı
Birçok ünlü sanatçının kafa dinlemek için kaçtığı şirin ama biraz bakımsız Atlantik kıyısındaki Essaouira şehrine bayıldım. Marakeş’e yaklaşık iki saatlik bir mesafede. Benim en sevdiğim tekrar gidilecek kentlerin başında yazdım.
Şehre yaklaştıkça sağlı sollu argan ağaçlarıyla kaplı yollardan geçiyorsunuz. Alabildiğine uzun ve geniş bir kumsal önünde çok güzel evlerin bulunduğu bölgede çok sayıda yabancı yaşıyor. Özellikle de Fransız ve İspanyollar. Kenti gezmenin başlangıç yeri Orson Welles Meydanı. Sanatçının da modifiye edilmiş bir büstünün olduğu meydan şehre giriş kapılarından hemen birinin önünde. Otello filminin çekimini burada yapan Orson Welles’i böyle onurlandırmışlar. Şehrin hatırı sayılır bir sanatçı nüfusu var. Ülke bir zamanlar kalabalık bir Yahudi nüfusa sahipmiş. Ama daha sonra yok olmuşlar. Yahudi mahallesine Mellah deniyor.
Birçok seyyah için Afrika’ya giriş kapısı olarak görülen Akdeniz sahilindeki Tangier, stratejik bir Berber kenti. 1923’te sömürge güçleri tarafından uluslararası statüye bağlanmış. Birçok Avrupalı ve Amerikalı diplomat, casus, yazar ve iş adamı için bir melce olmuş. Bugün ziyaret ettiğinizde o eski ihtişamı pek yok. Truman Çapote, Paul Bowles ve Tennessee Williams gibi isimler ile karşılaşmıyorsunuz. Medina. Kasbah Müzesi ve Ville Nouvelle ile Cebelitarık Boğazı ve İspanya’nın uzaktan görüşü sağlayan limanı mutlak görülecek yerler arasında.
Unutmadan yazayım dedim tekrar gelsem neleri yapmak isterdim.
Marakeş’te yapmadan dönülmeyecek 5 şey;
1. Jemaa El Fna Meydanında gece ve gündüzün ayrı ayrı atmosferini yaşamadan.
2. Argan ağaçlarına tırmanmış keçileri fotoğraflamadan.
3. Pazarda mutlaka pazarlık yaparak bir tabloya da kilim almadan. 900 Mad dedikleri kilimi 250’ye alma şansınız olduğunu unutmayın. Fas’ta pazarlık hatta iyi bir pazarlık şart.
4. La Maison Arabe restoranında kuru portakallı kuzu tajin yemeden.
5. Salut Maroc otelini görmeden.