Last Updated on 6 Ocak 2020 by Turizm Günlüğü
Tulga Ozan, Kuzey Kore’de medyada gösterilenden daha farklı bir gerçeklik olduğunu düşünüyor. Olumsuz tepkilere rağmen tutkusunun peşinden gitmeyi tercih eden Ozan, Kuzey Kore’nin medyada yansıtıldığı gibi bir rehavet içerisinde olmadığını anlatıyor.
Kuzey Kore’ye seyahat eden Tulga Ozan’ın gözünden “Dünya Değişmeden yaşanılması gereken bir macera: Kuzey Kore”
“Kuzey Kore seyahatimde, uluslararası medyada iddia edilenlerin aksine halkın gayet mutlu olduğu izlenimini edindim. Ülke ile ilgili bir diğer pek tahmin edilmeyen durumsa, aralarında ABD’nin de bulunduğu pek çok farklı ülkeden gelen turistle karşılaşmak!
Bazı rotalar vardır ki, çevreden gelen tüm olumsuz tepkilere rağmen bir gün oralara gitmek fikri bile sizi heyecanlandırır ve gittiğiniz zaman farklı bir gerçeklikle karşılaşacağınızdan eminsinizdir. Tıpkı Kuzey Kore veya kendi deyişleriyle Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (DPRK) gibi… Okuduğum tüm kitaplardaki yorumlara ve oraya daha önce çentik atmak için gitmiş tanıdıklarımın anlattıklarına rağmen, Kuzey Kore’nin bize gösterilenden çok daha farklı bir dünya olduğunu uzun zamandır hissediyordum. Hızla küreselleşen dünyanın belki de son değişmeyen noktalarından birini keşfetmek için bu sene Kuzey Kore rotası yapmaya karar verdim.
İlk başta gezgin ekibimiz 10 kişi olarak tasarlanmıştı. Ancak şansımıza son dönemde gitgide artan nükleer savaş dedikoduları, ABD’nin başına yeni geçen başkanın kendi rüştünü ispatlama çabalarıyla birleşince ekibimizden ayrılanlar oldu. Hele bir de uluslararası kuruluşlarda çalışan ve Kuzey Kore’ye gitmenin kariyerlerini zedeleyeceğini düşünenler de çıkınca ekibimiz ben dahil 3 kişiye düştü. Yol arkadaşlarım Çağatay ve Cüneyt abi bana kişi sayısı yüzünden turu iptal edip etmeyeceğimi sorduklarında ise cevabım gayet net oldu:
“Siz gelmezseniz ben tek gidiyorum…”
Hazırlıklarımız esasında uzunca zamandır devam ediyordu. Normalde Kuzey Kore tarafına yapılan rotalar Pekin üzerinden geçiyor. Ancak iki sene önce “Yolun Açtığı Kapılar – Sibirya ve Şamanizm” kitabımı yazmak için dostum Taylan Barış Kızılöz ile yaptığım seyahat esnasında Pasifik kıyısındaki Vladivostok şehrinden de giriş şansı olduğunu öğrenmiştim. Azat Gül kardeşim de bana destek vermek için acente araştırma ve ilk yazışmaları yapma sorumluluğunu üstlenince rotamız şekillenmeye başladı. Esasında bu seyahate Azat da gelecekti ama aynı dönemde gelen mutlu bir haberle bizim seyahatimizin tam ertesinde baba olacağını öğrenince hayattaki öncelikleri haliyle değişti.
Bu şartlar altında İstanbul’dan yola çıkarak rotamızın ilk durağı Vladivostok’a ulaştık. Gereğinden biraz daha erken gittik Rusya’ya. Vladivostok rotası daha önce denenmemiş bir rota olduğu için vize problemi yaşamayı göze almak istemedim. Zaten 6 ay kadar bir süredir yazışmaktaydık Kuzey Kore acentesi ile. Dünya Değişmeden acentesinin misyonundan, benim kim olduğuma kadar birçok sorgu geçirdik. Böylelikle üçümüzün de vizeleri biz gitmeden önce hazırlanmıştı. Gider gitmez vizelerimizi aldıktan sonra da iki gün boyunca şehri gezip tembellik yapmak -doğrusu kendimize dahi itiraf edemediğimiz- stresimizi azalttı.
1 Mayıs sabahı hiç de riske etmeden erkenden havalimanına gittik ve maceramız gerçek anlamda başladı. Havalimanında gördüğümüz manzara ise bizi hem şaşırttı hem de hayal ettiğimizden farklı bir Kuzey ile karşılaşacağımızın ilk sinyallerini verdi. Uçak sırasında bekleyen, bavul ve hurçlarıyla alışverişe gelmiş Ruslar, bana 90’lı yılların Türkiye’sini anımsattı. Bizim katı sosyalizm ile idare edildiğini düşünmeye yönlendirildiğimiz ülkede bu şekilde bir hareketliliğin olması, aslında halk arasında paranın döndüğünün ve ticaret yapıldığının işaretlerini verdi.
Her adımını merakla beklediğimiz seyahatte şimdi geriye dönüp de baktığımızda gülümseten bir heyecan ve çekingenlik vardı. Uçak durup kapılar açıldığında dahi hosteslerden çıkmak için onay beklemek, pasaport sırasında neler olacağını düşünmek hep bu heyecanın parçası oldu. Pyongyang şehrinde oldukça modern bir havalimanına girdik ve korktuğumuzun aksine polisinden gümrük görevlisine herkes İngilizce konuşmaktaydı. Pasaport işlemlerimizi tamamladığımız esnada gümrükte en dikkat ettikleri konu ise yanımızda getirdiğimiz elektronik aletler ve kitaplar oldu. Yanımdaki kitaplara bir göz gezdirdikten sonra rehberlerimiz bizi aldı ve programa başladık.
Kuzey Kore’de münferit olarak seyahat etmek mümkün değil. Tüm organizasyonu devlet acentesinden satın alıyorsunuz ve seyahat esnasında yanınızda sürekli iki adet rehber ve bir şoför bulunuyor. Programın neleri kapsadığı ve detayları çok önemli çünkü yol esnasında değişiklik yapma şansınız da yok. Ancak benim Türkiye’den çok nadir gelen turistlerden olmam ve acentemin felsefesinin de ilgilerini çekmiş olması işimizi çok kolaylaştırıyor. Acentenin operasyon müdürü beni iki akşam ziyaret ediyor ve özellikle benim yorumlarımı can kulağı ile dinliyor. Küba devleti ile resmi olarak çalıştığımız duyunca da bana daha çok ısınıyorlar ve aynı şartları Kuzey Kore için de teklif ediyorlar.
İlk gün programında sonra en büyük hayalimiz 1 Mayıs gösterilerini görmek. Ancak 1 Mayıs’ın burada gerçek bir tatil günü olarak kutlandığını öğreniyoruz. Halkın arasında karışabilmemiz için bizi Moran tepesine çıkartıyorlar ve beklemediğimiz kadar güler yüzlü ve sıcak Kuzey Korelilerle beraber kâh dans edip kâh mangal masasına misafir olarak birkaç saat geçiriyoruz. Bize verilen tüm dezenformasyon bilgilerine rağmen en dikkat ettiğim nokta halkın mutluluğu. Eğer “büyük planın parçası” olarak on binlerce insanı 3 kişiyi ikna etmek için zorla gülümsetmiyorlarsa halk hayatından gayet memnun.
Daha sonraki günlerde gittiğimiz tüm kasaba ve şehirlerde, halkın gündelik yaşamını incelemek için programa koyduğumuz metro turu esnasında hep gördüğüm gülümseme bize söylenenden çok farklı idi. Hem şehirler hem de halk tertemiz. Ne sokaklarda tek bir çöp var ne de üstü başı perişan, bakımsız pis bir insan. Halk hiç de uluslararası medyada dönem dönem iddia edildiği gibi açlıktan sefalet çekiyor gibi gözükmüyor.
Seyahat esnasında en çok etkileyen mekân ise çocuk sarayı oldu. İlk ve ortaokul seviyesindeki tüm çocuklara eğitimin bir parçası olarak yapılan bu uygulama gerçekten takdire şayan. Her gün okul çıkışında çocukların gittiği sekiz katlı devasa bir binayı tamamen yeni nesillerin temellerini güçlendirmek için tasarlamışlar. İçerde her türlü sanat atölyesinden spor salonuna kadar yüzlerce aktivite bulunuyor ve çocukların kendi istek ve yeteneklerine göre eğitim almalarını sağlıyorlar. Hatta bizim gibi turistler mekânı gezmeye geldiğinde de bize büyükler değil çocuklar eşlik ediyor. 10 yaşındaki sürekli mahcup bakışlı genç meslektaşım Won, kendisini iletişimde geliştirmek için bu göreve talip olduğunu anlattı. Benzer bir uygulamayı daha sonra gezdiğimiz teknoloji parkında da görünce gençliğe ne kadar önem verdikleri düşüncesi zihnimde pekişti ve kendi ülkemdeki örneklerle kıyaslayınca da biraz da imrendiğimi söyleyebilirim. Seyahatin en üzücü anı ise savaş müzesinde geçirdiğimiz anlardı. Girişte bizim Türk olduğumuzu öğrendiği zaman müze rehberi siz de bizim ülkemizde emperyalist olarak savaşmıştınız dese de çok fazla üzerimize gitmedi ve savaşın ABD tarafından nasıl provoke edildiğini anlattı. 400.000 nüfuslu Pyongyang şehrine 418.000 bomba atıldığını duymak bile insanın içini acıtıyor. Savaşı hikayesini de karşı taraftan dinlemek bizim açımızdan çok da öğretici oldu.
Ülkenin geneli beni çok etkilemiş olmasında karşın tabii ki benim de algıma ters düşen konular olduğunu söyleyebilirim. Başka ülkelerde görmediğim kadar simgeleşmiş olan Kim Il-Sung, ülkenin ve rejimin çok net bir simgesi konumunda. Gittiğiniz yerlerde ve müzelerde kendisinin hep büyük resimleri ve heykelleri ile karşılaşıyorsunuz ve her seferinde önünde eğilerek saygınızı göstermek durumundasınız. Ancak bu konuda dahi olumsuz anlaşılabilecek bir şey yazmak istemiyorum çünkü o ülkede doğru düzgün yaşamadan veya klasik Batılı önyargısı ile tepeden bakılan alaycı yorumlar beni her zaman rahatsız etmiştir.
Son olarak belki yazıyı okuyanların en çok şaşıracağı konu ülkedeki turist sayısı olacaktır. Biz giderken televizyonda restleşen liderler ve nükleer savaş çığırtkanlığı yapan medyayı düşününce belki de parmakla sayılan turistlerden olacağımızı düşünüyorduk. Ancak seyahat boyunca Brezilya’dan ABD’ye, Litvanya’dan İspanya’ya kadar birçok ülkeden gelen turistlerle sık sık karşılaşmak bizi son derece şaşkınlığa uğrattı. Bizimle iletişime gelen operasyon müdürü dostum bize kirli bir savaş yürüten emperyalist Batı dünyasına karşı kendilerini en iyi ifade şeklinin ülkelerine gelen turistlere göstermek olduğunu söyledi. Turizm; ister istemez ülke kültürünü, maalesef her yerde yaşandığı gibi kirletecek olsa da bu bedeli doğru anlaşılmak adına ödemeye hazırlar. Önümüzdeki senelerde Kuzey Kore seyahatlerini çok daha fazla duyacağımız kesin…”