AB Bakanı Ömer Çelik: İngiltere’de nefret suçları yüzde 19 arttı!

Last Updated on 16 Eylül 2017 by Yaşar Çelik

AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, 13 Eylül’de İngiltere’nin başkenti Londra’da akademisyenler, yazarlar, sanatçılar, medya mensupları ve İngiltere’nin önde gelen Müslüman, Hristiyan ve Yahudi toplum temsilcileri ile birlikte “İngiltere’de ve Avrupa’da islamofobi ve diğer dini ve ırksal ayrımcılık unsurlarıyla mücadele” konulu çalışma yemeğinde bir araya geldi.

Toplantıda İngiltere ve Avrupa’da giderek yükselen ve Avrupa barışını ciddi şekilde tehdit eden dini ve ırksal ayrımcılıkla mücadele konusunda görüş alışverişinde bulunuldu.

“İŞLENEN NEFRET SUÇLARININ %79’U IRK TEMELLİ”

Somut ve ortak eylem planları geliştirmek amacıyla düzenlenen toplantıda konuşan Bakan Çelik, İslamofobik kaynaklı olanlar da dahil nefret suçlarının tüm Avrupa’da olduğu gibi İngiltere’de de terörist saldırıların ardından tırmanışa geçtiğine dikkati çekerek, “Örneğin Londra köprüsünde geçtiğimiz 4 Haziran’da yaşanan saldırının hemen akabinde, basına da yansıyan haberlere göre Yahudilere, Müslümanlara ve genel olarak ötekine karşı yaşanan nefret suçlarında keskin bir artış gözlenmiştir. Hatta İngiliz polisinin aktardığına göre bu artışlar Paris saldırısından veya Brexit sonrası yaşanan artışlardan da fazladır. İngiltere İçişleri Bakanlığının 13 Ekim 2016 tarihli bir raporuna göre İngiltere’de 2015/2016 yıllarında 62.518 suç kaydı ile nefret suçlarında bir önceki döneme göre yıllık %19’luk bir artış yaşanmıştır.İşlenen bu nefret suçlarının %79’u ırk temelli nefret suçlarıdır. Dini temelli suçların oranı buna göre daha düşük olsa da (%7) bir önceki yıla göre ırk temelli suçlarda artış oranı %15 olduğu halde din temelli suçlardaki artış oranı %34 olarak tahakkuk etmiştir” şeklinde konuştu.

“ANTİSEMİTİK VE İSLAMOFOBİK EĞİLİMLER AVRUPA’NIN BİR GERÇEĞİ OLDU”

Akademi dünyasının konuyla ilgili araştırmalarına da dikkati çeken Bakan Çelik, dinsel ayrımcılık ve nefret suçları konulu yapılan çalışmalar incelendiğinde karşılaşılan sonuçların son derece tehlikeli olduğunu ifade ederek, “Dini ve ırk temelli ayrımcılık, Batı’da kültürel ve siyasi aşırı kimliklerin inşasında temel bir motif haline gelmiştir. İngiltere’yi, AB’yi ve genel olarak Batı’yı teslim almak için var gücüyle çalışan tüm aşırı ideolojilerin beslenme kaynağına dönmüş durumdadır. Rakamlar İngiliz toplumunda sadece Müslümanlara değil Yahudiler dahil tüm “öteki” gruplara yönelik ayrımcı uygulamaların, nefret suçlarını doğrular nitelikte olduğunu göstermektedir. Antisemitik şiddet vakalarını raporlayan “Cummunity Security Trust” isimli kurum da 2017 yılının ilk 6 ayında 767 Antisemitik vaka tespit ediyor ve bunu tüm zamanların aynı döneme göre en yükseği olarak belirtiyor. Rapora göre her ne kadar bunda, Yahudi cemaati içinde ayrımcı vakaların rapor edilmesi konusunda bir bilinç artışı etkili olsa da, bu rakamlar toplumda Antisemitik saldırıların artışını gözler önüne seriyor. İnkâr edemeyeceğimiz en önemli olgu Antisemitik ve İslamofobik eğilimlerin Avrupa’nın bir gerçeği olduğudur.

Bu durum siyasette de aşırı sağın yükselmesi, popülist milliyetçiliğin yükselmesi gibi olumsuz yankılar bulmaktadır. Toplumsal düzeyde yaygınlaşmaya başlayan bu eğilimler ve aşırı sağcı siyasal tutumlar, politikacılar tarafından da iç siyasi çıkarlar nedeniyle kolaylıkla manipüle edilmektedir. Adeta Avrupa’da onlarca Berlin Duvarı inşa edilmektedir. Bu aşırı sağ akımların İslamofobi ve Antisemitist yaklaşımlarının hedefinde aslında arka planda demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük ve çoğulculuk gibi Avrupa değerleri vardır. İslamofobi, Antisemitizm, yabancı düşmanlığı ve Avrupa Birliği karşıtlığı aslında aynı çarpık zihniyetin farklı tezahürleridir. Avrupa medeniyeti tehlike altındadır. Paylaştığımız ortak değerler, uğruna tüm insanlık tarihi boyunca büyük bedeller ödenerek elde edilmiş evrensel insani değerler tehlike altındadır. İslamofobi ve İslam Karşıtlığı, Avrupa’da özellikle göçmenlere karşı, mültecilere karşı, Müslümanlara karşı ırkçı ve zaman zaman da şiddete dönüşen nefret siyasetini körüklüyor.

Bu nefret siyaseti sadece Müslümanlarla, sadece göçmenlerle sınırlı kalmayacaktır. Bu nefret siyaseti uygun bir zemin bulduğunda Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’nda hafızasına kazınmış olan birtakım acıları yeniden hortlatmak için de sahneye çıkacaktır. Yükselen radikal milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı, AB’nin “öteki” ile nasıl bir arada yaşayacağı konusunda soru işaretleri oluşturmaktadır. Brexit olayını biz, bu radikal akımların AB projesi karşısında kazandığı en önemli zafer olarak değerlendiriyoruz. Her ne kadar biz İngiltere halkının AB’de kalmamak yönündeki kararına saygı duyuyor isek de, Brexit’i aşırı sağ siyasetlerin başarısı olarak yorumluyor ve okuyoruz. Nitekim çok ilginçtir yine İngiltere İçişleri Bakanlığının 13 Ekim 2016 tarihli raporunda, Temmuz 2016’da işlenen nefret suçları Temmuz 2015’te işlenen suçlardan çarpıcı şekilde %41 daha fazla olmuştur” dedi.

“GÖÇMENLERİN MÜSLÜMAN OLMASI İSLAMOFOBİYİ KÖRÜKLÜYOR”

Mülteci krizi ve teröre de değinen bakan Çelik, Suriye’de yaşanan insanlık trajedisinin, mülteci krizini tetiklediğine dikkati çekerek, “Avrupa’ya göçmen olarak gelen ya da gelmesi muhtemel kişilerin çoğunluğunun Müslüman olması sıradan bir Avrupalının zihninde Avrupa’nın Müslümanlar tarafından işgal edileceği gibi bir algı oluşturarak İslamofobiyi körüklüyor. İslamofobi, Avrupa’da Müslümanların toplumsal hayatta ayrımcılığa ve sözlü ve fiziksel saldırılara maruz kalmasına neden oluyor. Müslümanlara yönelik bu negatif eğilim giderek siyasetin merkezine doğru kayıyor. Bu durum marjinalleşmeyi ve radikalleşmeyi arttırıyor ve DEAŞ gibi terör örgütlerine önemli bir alan açıyor. DAEŞ Avrupa’yı vuruyor ve İslamofobi tekrar alevleniyor. Örneğin Ocak 2015 Charlie Hebdo saldırılarından sonra İngiltere’de yaşanan nefret suçlarında rakam son iki yılın zirvesine ulaşmıştır. Bu kısır döngünün bir yerde mutlaka kırılması gerekiyor” şeklinde konuştu.

“İNGİLİZ YAHUDİLER KURULU’NUN BU KONUDA POZİTİF ÇALIŞMALARI VAR”

İngiliz toplumunda bu sorunla nasıl baş edileceğine yönelik bir iç tartışma ve iyi uygulamalar olduğuna dikkati çeken Çelik, “Örneğin, İngiliz Yahudiler Kurulu’nun bu konuda önemli çalışmalar yaptığını biliyorum. Aramızda bulunan Kurul Başkanı Sayın Jonathan Arkush’un bu doğrultudaki değerli düşüncelerini yakından takip ediyorum. Sayın Başkan Jewish News haber sitesinde yayınlanan bir yazısında Müslüman topluluklarıyla köprüler oluşturmak için çabaladığını, İngiltere’de birçok Müslüman topluluğunu ziyaret ettiğini ve konuşulan başlıca konuların, nefret suçları, aşırıcılık, dini özgürlük olduğunu,Müslümanların ve Yahudilerin, kendilerini doğrudan etkileyen dini özgürlük konularıyla ilgili ortak kaygılarının olduğunu belirtiyor. Bu yaklaşımlar farklılıkları nasıl birlikte pozitif bir şekilde yönetebileceğimiz konusunda gerçekten de bizlere umut veriyor” dedi.

AVRUPALI SİYASETCİLERE MESAJLAR

Avrupalı siyasetçilere de önemli mesajlar veren Bakan, Avrupa’da yükselen dinsel aşırılıkla, nefret suçlarıyla mücadelede Türkiye’nin üstüne düşen görevler olduğunun bilincinde olduklarını söyleyerek, “Ancak bu noktada Avrupa’nın birlikte çalışma iradesi geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu da Türkiye ile daha çok işbirliği ve tüm terör örgütleriyle mücadeleye karşı ortak bir eylem planı geliştirilmesi ile mümkün olacaktır. Üzülerek belirtmek isterim ki bazı Avrupalı dostlarımız bu noktada çok stratejik bir hata yaparak kendi halklarının güvenliğini de tehlikeye atmaktadır. Avrupa’da yükselen aşırı sağ nasıl ortak demokratik değerlerimizi tehdit ediyorsa, bizim ülkemizin güneyinde yükselen terör dalgası ve DEAŞ gibi terörist örgütlerin, PKK gibi terörist örgütlerin, PYD ve FETÖ gibi örgütlerin yükselttiği terör dalgası da ortak değerlerimizi tehdit ediyor. Ancak, bazı Avrupalı ülkeler terör örgütleri konusunda ayrımcı bir tutum sergiliyor. Türkiye’nin DAEŞ’e karşı verdiği mücadeleyi alkışlıyor ancak diğerlerine karşı verdiği mücadelede “ama” lara sığınıyor.

Bir yandan DEAŞ Avrupa’da eylem yapıyor diye ‘herkes DEAŞ’a karşı savaşsın’ derken PKK’nın Avrupa’da eylem yapmıyor diye bazı Avrupalı siyasetçilerin gözünde terör örgütü olarak görülmemesi, çarpık bir anlayıştır. Terör terördür. Teröre ilkesel olarak karşı çıkmak durumundayız. Türkiye ulusal güvenliği açısından DEAŞ’la, PKK arasında bir fark görmemektedir, doğrusu da budur. Türkiye DEAŞ’la mücadele ederken terörizmle mücadele etmiş oluyor. PKK ve PYD’yle mücadele ederken de terörizmle mücadele etmiş oluyor. Dolayısıyla bunlardan birini takdir etmek, diğerini eleştirmek terörizm konusunda çifte standart üretmektir. Unutulmamalıdır ki Türkiye terörle mücadele ederken demokrasiyi, demokrasi-güvenlik dengesini, özgürlük-güvenlik dengesini koruma konusunda tarihi bir tecrübeye sahiptir.Ayrıca Türkiye’de yaşanan Müslümanlık anlayışı her zaman için Hazreti Mevlana’da, Yunus Emre’de ifadesini bulduğu gibi barışçıldır.Türkiye, El Kaide ve DEAŞ gibi örgütlerin ideolojilerine müsaade etmeyen bir Müslümanlık anlayışına sahiptir. Bu örgütlerin Türkiye’de tutunamama sebebi de budur. Ülkemizin, laik ve demokratik bir hukuk devleti olarak Avrupa’nın aşırı akımlarla mücadelesinde söyleyecek çok şeyi ve büyük bir eylem kapasitesi vardır” şeklinde konuştu.

Bu konuda alınabilecek en önemli tedbirlerden birinin İslam ve terör kelimesinin yana kullanılmasının engellenmesi olduğuna dikkati çeken bakan Çelik, “Bir dinin terörle yan yana anılması demek, o dini istismar ederek terör eyleminde bulunanların ideolojik olarak güçlendirilmesi, desteklenmesi demektir. DAEŞ’in asıl istediği İslam ile Batıyı karşı karşıya getirmektir. Bunun çok iyi bilincinde olunması gerekir. Radikalleşmeyi Müslümanlara indirgeyen bu yaklaşım Müslümanların daha fazla ayrımcılığa uğraması ve dışlanmasına yol açmakta, ‘biz ve onlar’ ayrımını derinleştirerek Müslüman gençlerde ve İslam karşıtlarında birbirini besleyen bir radikalleşme sürecini ortaya çıkarmaktadır. Birtakım radikal teröristler İslam’ı ve Müslümanlığı istismar ediyorlar. İşin esası budur. Ama Müslümanlık ve İslam radikal teröre dönüşüyor demek işin esasını kaçırmak anlamına gelir. Bu radikal terör argümanı kullanan örgütlerle bunların yaydığı nefret ve hedeflediği değerlerle, Avrupa’daki aşırı sağ unsurların ve ırkçı unsurların hedeflediği değerler aynıdır. Bizim ülkemizin güneyindeki, DEAŞ gibi terör örgütlerinin ürettiği radikalizm ile kuzeyimizde, Avrupa topraklarında üretilen, aşırı sağın ürettiği radikalizm arasında bir fark yoktur. Bunun acı sonuçlarıyla herkes yüzleşmek durumunda kalır, buna karşı da tedbir alınması gerekir. Dolayısıyla, bunların aslında genetiği aynı, bunlar tek yumurta ikizi. Eğer bunlarla yeterli ve güçlü bir şekilde ana akım siyasi değerler üzerinden mücadele edilmezse, seçim adına ya da birtakım gerekçelerle bunlara prim verilirse, bir müddet sonra bunlar ana mecraları ele geçirirler” dedi.

Karşı karşıya olduğunan nefret söylem ve eylemlerini, İslamofobi olarak nitelendirmemin yetersiz ve hatta isabetsiz bir yaklaşım olacağına da dikkati çeken bakan Çelik, “Bugün Batıda aşırı sağla birlikte yükselen tehlike tıpkı Anti-Semitizm (Yahudi Karşıtlığı) olduğu gibi Anti-İslam (İslam Karşıtlığı)dır. İslamofobi, bu olgunun altında yatan bir önemli bir etkendir şüphesiz. Ancak bu sonuçtan tek başına sorumlu tutulamaz. Avrupa’nın yaşadığı ekonomik krizler, mali darboğazlar, mülteci krizi, terör eylemleri, değerler krizi, giderek yükselen Avrupa Birliği karşıtlığı ve aşırı sağ akımlar, tıpkı bir Anti-Semitizm gibi İslam Karşıtlığını yaratmıştır. İslam karşıtlığı da, tıpkı Avrupa’nın karşı karşıya olduğu aşırı sağın yükselmesi, Anti-semitizm gibi diğer sorunlarla beraber ele alınması ve arkaplanı araştırılması gereken, yeni olmasa da, evrim geçirmiş bir İslamofobi yaklaşımıdır. Irkçılığın ve İslam karşıtlığının nedenlerini iyi irdelemek lazım. Ben bunların insanlığın doğasında olduğuna inanmıyorum. Nefret öğretilen bir olgudur. Bunlarla nasıl mücadele edileceğini iyi belirlemek lazım. Bu bakımdan eğer 1930’lara dönmek istemiyorsak, bu olumsuz olgunun nedenlerinin köküne inmek ve sürekli bir eğitim ve bilgilendirme gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bu bilgilendirmede sosyal medyanın gücünü teslim ederek yaratıcı bir mücadeleye gerek olduğunu ifade etmek isterim.” dedi.

“GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI İLE HEP BİRLİKTE MÜCADELE EDELİM”

İslam ve terör kavramlarının yan yana kullanılmasına şiddetle karşı çıktıklarını bunun her şeyden önce insanlığa karşı bir görev olduğunun unutmaması gerektiğini ifade eden Bakan Çelik, liderlere çağrıda bulunarak şözlerini şöyle tamamladı; “Biz Avrupa’nın ilericilerine, Avrupa’nın gerçek demokratlarına, Avrupa Birliği’nin kurucu değerlerine sadakat gösterenlere, bunun kıymetini bilenlere her zaman aynı çağrıyı yapıyoruz: “Bu çoğulculuğun gerçek anlamda korunması için İslam Karşıtlığı ile, Antisemitizmle, Zenofobiyle, göçmen düşmanlığı ile hep birlikte mücadele edelim. Önümüzdeki dönemde ayrımcılık konusunda ortak mücadele zeminlerinde daha çok bir arada olmayı arzu ettiğimizi belirtmek istiyorum. Birazdan sizlerin çok değerli görüş ve önerilerinizi dinleyeceğiz. Her birinizin sahip olduğunuz çok kıymetli bilgi ve tecrübe birikimini son derece önemsediğimi belirtmek isterim.”