Last Updated on 16 Kasım 2017 by Yaşar Çelik
Dünyanın sırat çizgisi; Harem ül Şerif, Kutsal suyla beslenen lanetli göl; Lut Gölü… Hani o tanrısal kelamdaki gibi; “Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun!..” dedirten kıyamın ve kıyametin şehri. Bu yazıda Kudüs’ün kıyamet çizgisinde yer alan, Müslümanların en kutsal ikinci mekanı Harem-ül Şerif ile hemen bitişiğindeki, Musevilerin en kutsal mekanı Ağlama Duvarı’nı anlatacağım.
Ali Dağlar online turizm gazetesi Turizm Günlüğü için yazdı…
Her dinden, her renkten insanın kıblesi, gezginlerin kutbu, kadim şehir Kudüs’teydim bu bahar. Baharın bir türlü gelmediği, yine bugünlerde küçük kıyametlerin koptuğu, iki kadim din yandaşlarının sürekli bir çatışma halinde olduğu Kudüs. 4 bin yılda tam 19 kez yıkılıp yeniden inşa edilen, va’dedilmiş toprakları kanla yoğrulu, başlangıcın ve bitişin, kıyametin ve dirilişin şehri. 12 kabilenin sır olduğu, Hz. Muhammed’in ve Hz. İsa’nın göğe yükseldiği, insanlığın kurtuluşu için Muhammedilerin ilk kıbleleri Harem Ül Şerif’te, İsevilerin kıyamet kilisesi ve çile yolunda, Musevilerin Süleyman tapınağının duvarlarında yakarıp ağladığı, surları sırlarını fısıldayan Kudüs. Hani o tanrısal kelamdaki gibi; “Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun!..” dedirten kıyamın ve kıyametin şehri. Bu yazıda Kudüs’ün kıyamet çizgisinde yer alan, Müslümanların en kutsal ikinci mekanı Harem-ül Şerif ile, hemen bitişiğindeki, Musevilerin en kutsal mekanı Ağlama Duvarı’nı anlatacağım. Daha sonra Hz. İsa’nın doğduğu şehir Betlehem’e, oradan sularında Hıristiyanların vaftiz edilip hacı olduğu Ürdün Nehri ve bu nehrin kutsal sularıyla beslenen, altında lanetli Lut kavminin batık şehri bulunan Lut Gölü’ne mistik bir yolculuk yapacağım.
Kudüs’ün sırat köprüsü
Şehrin tarihi yedi kapısı tam teçhizatlı, parmaklar tetikte İsrail askerleri tarafından tutulmuş durumda. Mescid-i Aksa bölgesine açılan iç kapılar ve kapalı çarşı çıkışları da öyle. Gözlerine kestirdiklerini ayaküstü sorguluyorlar. Bir güvercin tedirginliğini yaşıyor şehir. Mescid-i Aksa bölgesi kısmen özerk; bölge Filistin jandarmasına emanet. Yahudileri bu bölgeye sokmadıkları gibi, bölgeye girişte kıyafetleri rahat kadınları uyardıklarına da tanık oluyorsunuz. Kubbet üs Sahra’nın altınla kaplı kubbesi, yükselen güneşe nazire yaparcasına parlıyor, bakan gözleri yakıp yaşartıyor. Öğle namazı henüz bitmiş, cemaat dağılmış, bir sessizlik çökmüş Kubbe tül Sahra’ya. Hz. Muhammed’in Miraca yükseldiği Muallak taşını ziyaret ediyoruz. İnsanlar sıraya girmiş, Hz. Muhammed’in ayak izi olduğuna inanılan kayadaki bir oyuğa ellerini sokup dua ediyor. Bir grup cemaat namazın ardından kutsal mekanın her köşesinde inzivaya çekilmiş, eller tespih çekiyor, dudaklar kıpır kıpır. İnsanlar sanki bu şehirde evlerinden çok bu görkemli mabette geçiriyor tüm zamanını. Kubbe üs Sahra’da, Ağlama Duvarı’nda, Kıyamet Kilisesi’nde yapılan ibadetin, edilen duanın daha çabuk kabul edileceği beklentisiyle kuşkusuz. İnanan insanlar dünyanın dört köşesinden dilekleri tutsun diye bir tutam dua için akın ediyor şehre.
Duvara sıkışmış barış dilekleri
Kutsal mekanın bulunduğu tepenin hemen alt tarafına yürüyoruz ve onu çevreleyen tarihi duvarların bir parçası olan, Yahudilerin en kutsal mekanı Ağlama Duvarı ile karşı karşıya kalıyoruz. Yahudilerin dinlenme günü Şabat olduğu (Cumartesi, iş bırakma günü) için kıyamet bir kalabalık. Siyah cübbeli, geleneksel kıyafetler içindeki Musevilerin duaları, çevredeki turist kalabalığının uğultusuna karışıyor. Rehberimiz, iki dinin mabetlerinin birbiriyle iç içe geçip en yakın temas mesafesinde bulunduğu manzarayı göstererek; “Şu an dünyanın en hassas noktasını izliyoruz. Ya kıyametin kopacağı ya da barışın ilan edileceği yer!” diyor. Ağlama Duvarı, 2 bin 500 yıl önce inşa edilen Hz. Süleyman Tapınağı’nın ayakta kalan son duvarı. Duvar, Müslümanların en kutsal ikinci mekanı Harem-i Şerif’in bulunduğu tepenin altında kayboluyor. Yahudiler duvarın devamını Harem-i Şerif’in altına doğru bir mağara gibi oymuş; içinde kütüphane ve ibadet yerleri var. Kıyamet çizgisi dedik ya; işte Mescid-i Aksa ile Kubbet-üs Sahra’yı içine alan Harem ül Şerif’in, Yahudilerin en kutsal mekanı, Süleyman Tapınağı’nın üzerinde kurulduğu iddia ediliyor ve fundamentalist Yahudiler Harem-üs Şerif’in taşınmasını istiyor. Aşırı dinci Yahudilerin girmeleri yasak olan Harem-üs Şerif’e zaman zaman yapılan tacizler küçük kıyametler koparıyor. İsrail’in eski Cumhurbaşkanı Ariel Sharon’un geçmişte yaptığı böyle bir atak sonrası Filistin intifadasına yol açmıştı. Ağlama Duvarı önü boydan boya, başlarını öne arkaya sallayıp, ellerindeki kutsal metinden yüksek sesle dualar okuyan, geleneksel kıyafetleri içinde Yahudilerle dolu. Duvarın üçte birlik bir bölümü paravanlarla ayrılmış, kalan bölüm kadınlar için ayrılmış. Sofu Yahudiler burada tapınaklarının yıkılmasına ağlıyor, yeniden yapılması için dua ediyorlar. Aynı zamanda bir hac mekanı onlar için. Ben de gelenek olduğu üzre duvara yaklaşıyor ve dileklerimi yazdığım kağıt parçasını katlayıp, oyuğuna yerleştiriyorum.
Nasıralı İsa’nın doğduğu şehir, Betlehem
Şimdi Kudus’ün dışındayız. Yüksekliği yer yer 8 metreyi bulan, İsrail ile Filistin’i ayıran 650 kilometrelik utanç duvarını aşıyoruz. Batı Şeria sınırları içinde kalan, Hz. İsa’nın doğduğu şehir Betlehem (Beytüllahim) burası. 45 şehirle kardeş şehir Betlehem; üçü Türkiye’den. Derin bir yoksulluk ve izole edilmişlik havası hakim şehre. Gri umutsuzluğu renklendiren; grafitilerle donatılmış duvar diplerinde oynayan çocuk gülüşleri. Dünyanın en eski kilisesi, Nativity Kilisesi’ni (Ana Doğuş Yeri) yerel bir rehber eşliğinde geziyoruz. Hz. İsa’nın doğduğu yer olduğuna inanılıyor. Ermeni, Katolik ve Yunan kiliseleri iç içe bu kadim binada. İncil’e göre dünyadaki ilk nüfus sayımı burada yapılmış. Hz. Meryem’in eşi Yusuf ile beraber Bethlehem’e geldikleri, hiçbir handa yer kalmadığı için İsa’yı bu kilisenin üzerine kurulduğu mağarada doğurduğu rivayet olunuyor. Her köşesi fotografik bir mimariye sahip yapı.
Mark Antony’nin Kleopatra’ya hediyesi, Palmiyeler Şehri; Eriha
Sonraki rotamız Ölü Deniz (Dead Sea). Yehuda Dağları ve Yehuda Çölü’nün ötesi, yeryüzünün en alçak (Denizden 376 metre aşağıda) ve 3. en tuzlu gölü, bilinen adıyla Lut Gölü. Göle 8 kilometre mesafedeki, dünyanın ilk yerleşim yeri kabul edilen, “Parfüm” anlamına gelen Eriha’yı, Palmiyeler Şehri’ni ziyaret ediyoruz önce. Halen devam eden arkeolojik kazılar, bu verimli tarım şehrinin tarihini MÖ 10 bin yılına kadar götürüyor. Hz. İsa’nın 40 gün 40 gece oruç tutarak şeytanla imtihan edildiği ve ardından peygamberliğini ilan ettiği manastır 400 metre yüksekliğindeki kayalık bir tepenin yamacında ve buraya teleferikle ulaşılabiliyor. Vadinin verimli topraklarının ilk ve en meşhur sahibinin eski Mısır Kraliçesi Kleopatra imiş. Mark Antony tarafından MÖ 35 yılında hediye edilmiş ona. Ortadoğu’nun Versay’ı olarak adlandırılan, Emevi devrinde inşa edilen Hişam Sarayı da burada. Şehri çevreleyen, pek çok mağaranın yer aldığı kayalık ve kel tepeler, Kumran yazıtları (Lut Gölü Yazıtları) olarak bilinen, Yahudilerin en eski kutsal metinlerinin bulunduğu yer. Bedevi bir çobanın hazine ararken toprak çanaklar içinde bulduğu, geyik derisine ve bakıra yazılmış kutsal metinlerin sayısı 40 bini buluyor. Yahudi rehberimiz Yahudilerin bilinen en eski metinlerindeki bilgilerle bugünkü Tevrat’ta vaz edilenlerin birbirine çok yakın olduğunu öne sürüyor, bundan gurur duyarak.
Kutsal nehirle beslenen lanetli göl; Lut
Hz. İsa’nın sularında vaftiz edildiği Ürdün Nehri her yıl yüz binlerce Hıristiyanın törenler hacı olduğu yer. Ziyaretimiz sırasında genç bir papazın, Avrupalı turistleri suya kısa süre sırt üstü batırıp çıkartarak arkadaşlarının alkışları arasında vaftiz edilmesine tanık olduk. Sarı çölün ortasında solmuş mavi bir çarşaf misali yayılan, lanetli Lut kavminin batık şehri üzerinde yükselen Lut Gölü’ndeyiz şimdi. Suyu kutsal Ürdün Nehri ile beslenen Lut Gölü. Çevresindeki tesislerle bir tatil köyü görüntüsü veriyor. Mayolarımızı giyip yüzme niyetiyle suya adımımızı atmamızla hacıyatmaz misali kaldırıp ters çeviriyor vücudumuzu. Normal deniz suyundan 10 kat daha tuzlu; varın siz tahmin edin kaldırma gücünü. Yüz üstü suyun üstünde durma imkanınız yok ama sırt üstü, boğulma korkusu da olmadan elinize bir kitap okuyabilirsiniz. Tabi gözleri korumak şart; bir damla su, bin damla göz yaşına yol açabiliyor, geçici körlük hissi veriyor tuzun yoğunluğu. Altı bir bataklık ama içine çeken türden değil. Şifalı çamur banyosu gölü cazibe merkezi yapıyor. O çamurdan ve gölün tuzundan yapılmış enva-i çeşit sabun ve kremler kapış kapış gidiyor.