Last Updated on 28 Eylül 2022 by Yaşar Çelik
Antik tarih çağlarından beri aşkla anılan, kutsal bir hazine gibi görülen, köklü bir kültüre ve yapıya sahip olmakla beraber büyük imparatorluklara başkentlik yapan İstanbul, tarihinde insanların yaşamlarında derin izler bırakan olaylara ev sahipliği yaparak efsanelerin de merkezi olmuştur. İstanbul’un İz Bırakan
Tarihin beşiği olan İstanbul’da kulaktan kulağa dolaşan efsaneler, okuduğunuz zaman şaşırmanızı aynı zamanda hayranlık duymanızı sağlayacak. Bu efsanelerden önde gelenler sizler için hazırlandı. Keyifli okumalar 🙂
İstanbul’un Kuruluşu: Melek ve Kartal
Krizopolis’te (şimdiki adı ile Üsküdar), uykuya dalmakta olan Konstantino düşünde Roma İmparatorluğu’nun çöküş dönemini yaşadığını görmüştür. Bu düşten dolayı oldukça etkilenerek eski Roma’nın kurucusu olan Ene’nin topraklarına, Truva’ya gidip orada yeniden başkenti kurmaya, eskisinden de daha güzel daha çekici bir hale getirmeye karar verir. Bunu yapma sebebi ise gördüğü düşten kurtularak çöküşü engelleyebileceğini düşünmesidir. Kendi tasarladığı şekilde yeni başkentin sınırlarını çizmeye başlar, duvarları daha yüksek, kapıları daha sağlam bir şekilde.
Yorgunluktan uykuya daldığı bir anda yeniden bir düş görür. Bu sefer düşünde eski giysiler giyinmiş, oldukça hasta, yaşlı ve renkli gözlü bir kadın Konstantinos’dan giysiler dilenmektedir. Uyandığı zaman art arda gördüğü düşlerin normal olmadığını düşünerek zamanın en iyi rüya yorumcularına gider. Rüya yorumcuları kendisine, bu rüyaların Roma dışında başka bir yıkık şehri onarmasını işaret ettiğini söyler. Konstantinos derince düşüncelere dalınca, son ve kesin zaferi olan Khalkedon’u (şimdiki adı ile Kadıköy) anımsar ve Truva’dan vazgeçerek, Khalkedon’u diriltmenin uygun olduğunu bu şekilde rüyaların hayra çıkacağını düşünür.
Khalkedon’a vardığında hemencecik işlere başlamıştı ki birdenbire, hiç beklenmedik bir şekilde gökten oldukça görkemli bir kartal kendisine doğru inerek elindeki aletleri alır ve denizleri bir adım ötedeymişçesine aşarak eski Bizans kapısının önüne bırakır. Konstantinos ellerini göğe açarak, “Tanrım gönderdiğin işareti anladım” diyerek doğruca eski Bizans kapısına doğru koşar. Yeniden sınırları çizmeye başlar. Fakat bu sınırlar bir türlü bitmez, gittikçe uzar, denizden denize, topraktan toprağa doğru. Herkes ona “Efendimiz, sınırımız ne zaman bitecek? Çok geniş olmadı mı?” diye sormaya başlar. Konstantinos, onlara “Önümde benden önce giden bana yol gösteren melek duruncaya kadar!” diye cevap verir. Bir süre daha ilerleyerek Marmara kıyılarına varırlar, melek orada durur ve gülümseyerek göğe yükselir. Konstantinopolis işte şehrin hududu buraya kadardır diyerek surları inşa etmek için herkese görev verir. İstanbul’un İz Bırakan
Rivayetlere göre; Günümüzde İstanbul’un sınırların, şehrin koruyuculuğunu yapan surların bu şekilde inşa edildiği düşünülmektedir. Kartalın Konstantinopolis’e yardım etmesi sonucunda, imparatorlukların ilahi bir simgesi haline gelmiştir.
Yedikule Zindanları Efsanesi: Ruhların Duvarlara Hapsoluşu
Günümüze kadar ulaşmış en yaygın efsane, Paganın hiç kimsenin anlamadığı dilde söylediği cümlelerin lanetinden oluşmaktadır. Bu efsaneye göre; zindanlara esirler düşmüştür. Hepsi birbirine benzerken aralarında paganlara benzer biri vardı. Diğerlerinden farklı olmasından kaynaklı kendisinden sürekli şüphe duyularak ya üst düzeyde misyoner ya da casus olduğu düşünülmekteydi. Bu düşünceler cevap bulamadıkça türlü türlü işkenceler, pagan üzerinde uygulanmaktaydı. Fakat pagan kendisini uygulanan her işkenceye karşı eğitmiş ve acı çekmemek için kendini koşullandırmıştı. İstanbul’un İz Bırakan
Durum böyle olunca işkenceciler öfkelendikçe öfkelenmiş ve çok farklı yollarla işkencelere devam etmiştir. Pagan en sonunda daha fazla direnemeyeceğini hissetmiş ve kimsenin anlamadığı, Antik Latince diline benzer bir ses ile haksız yere işkence edilen insanların ruhlarının, Mesih’in tekrardan yeryüzüne indiği zamana kadar zindanların duvarlarının içine hapsolmasını, Mesih’in gelmesi ile ruhlarının duvarlardan çıkıp vücut bulmalarını ve haklarını aramalarını haykırmış!
Bu sözler üzerine pagan ve orada bulunan diğer esirlerin vücutları bir anda eriyip duvarlara doğru akmıştır. Bu görüntü işkenceciler tarafından o dönemde yaşayan halka anlatılmıştır. Ardından zaman geçtikçe, kulenin dibinden anlaşılmayan lisanda haykırışlar ve çığlıkların duyulduğu kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Kız Kulesi: Leandros Ve Hero’nun Aşkı
Yalnızlığın, ulaşılmazlığın ve ölümsüz aşkın simgesi olan Kız Kulesi Efsanesi, “Hero ve Leandros imkânsız aşkları” ile günümüze ulaşmıştır.
Rivayetlere göre; Güzelliğin ve aşkın tanrıçası olan Afrodit’in adına Üsküdar’a yakın bir yerde tapınak inşa edilmiştir. Bu tapınaklarda görev yapan rahibelerin biri güzeller güzeli Hero idi. Hero’nun görevi, tapınaktan kumrulara bakmaktı. İnsanlar, doğanın uyanışı olarak nitelendirilen ilkbahar mevsiminde, tapınak çevresinde törenler yaparak, dileklerini dileyip Afrodit adına adaklarda bulunurlardı. Yine bu törenlerin birinde, dalyan gibi yiğit Leandros isimli bir genç tapınağa gelip törene ilk defa katılmak için beklerken Hero ile karşılaşır. Kader bu ya! Birbirlerini görür görmez sanki dünyanın yedi cihanında bir aradaymışçasına sonsuz bir özlem ve aşkla kavrulmaya başlarlar. Fakat Hero geri adım atmak zorundadır. Çünkü Hero bir rahibe idi, asla evlenemezdi! Leandros bunun sonuçlarını bilmesine rağmen vazgeçmeyeceğini ve ona kavuşacağına inanır.
Bu inanç gün geçtikçe Hero’nun gönlünde de yer eder. Ve onu bekleyen Leandros’a tapınağın tepesinden bir meşale yakar. Leandros ışığı görür görmez, Hero’ndan gelen bir işaret olduğunu anlar ve yol gösterici olan ışığa doğru yüzer, hem de büyük bir aşkla yüzer, yorulmadan, usanmadan. Sonunda ışığa ulaşınca Hero’ya kavuşur ve kendilerini birbirine teslim ederler. Öylece aşklarını kutsarlar. Mevsimler birbirini kovalar ve soğuk geceler başlar. Hero soğukların başlaması ile beraber Leandros’a korktuğunu ve artık yüzmenin çok tehlikeli olacağını bir sonraki bahara kadar gelmemesi için söz verdirir. Leandros büyük aşkı Hero’yu kırmamak için içine hiç sinmeden bu sözü kabul eder. Fakat Leandros kuleye karşı karada bir yerde yaşamaya başlamış, olur da bir ışık gelirse Hero’ya hemencecik ulaşma umudu ile beklemiştir. İstanbul’un İz Bırakan
Fırtınalı bir gecelerin birinde tapınaktan gelen bir ışığı görür. Leandros büyük bir heyecanla kutsal aşkı Hero’ya ulaşmak için bir an olsun bile tereddüt etmeden kendini yeniden sulara atmıştır. Ne yazık ki meşaleyi yakan kutsal aşkı Hero değildir, onların gizli aşkını gören, kıskanç tapınak görevlilerinden biridir. Ne büyük gaflete düşmüştü Leandros! Rüzgâr öyle kuvvetli esiyordu ki meşalenin ışığı tam Üsküdar taraflarına varınca ortadan kaybolur ve Leandros da yolunu kaybeder. Zifiri karanlıkta, hangi yöne doğru yüzeceğini bilemez ve tapınaktan oldukça uzaklaşır. Defalarca rüzgârın söndürdüğü ışığı Hero’nun tekrar yakacağına dair inancı ile göğe bakar. Hiçbir ışık görmeyince yüreği yorgun düşmeye başlar, başını bile kaldıramayacak, suya direnemeyecek duruma gelir ve kendisini suya teslim eder. Hero ise bu anlarda hiçbir şey bilmese de çok tedirgindir, aşklarının ona ışık olacağını kendisine kavuşacağını düşünerek güneşi doğurur.
Günün ilk ışığında Hero, tapınağa yakın âşık olduğu adamın, Leandros’un cansız bedeninin karşı kıyıya vurduğunu görünce, içinde karşı koyamacağı bir acı ile kendini tapınaktan aşağı, Boğaz’ın sularına teslim eder. Bu şekilde iki ruhun kavuştuğuna inanılır. İkisinin öldüğü yerde sular birden kayalık olur ve oraya Leandros ve Hero anısına, Kız Kulesi inşa edilir.
Bu yüzdendir ki günümüzde aşklarını ölümsüz kılmak isteyenlerin durağı Kız Kulesi’dir.
Gerçek Ve Ulaşılamayan Aşıklar: Galata Kulesi Efsanesi
İstanbul’un gözbebeği denilince aklımıza hemen gelen güzelim Galata Kulesi iki hikâyeye sahiptir. Bunlardan ilki; en çok bilinmekle beraber insanlar tarafından inanılmak istenilen ve Romalılar döneminden beri var olandır. O dönemde, birbirine delice âşık olan fakat ailelerinin rızası olmadığı için bir türlü kavuşamayan iki genç vardır. Sevdalı kıza göre; tek çare Galata Kulesi’ne beraber çıkıp imkânsız görünen aşklarını mümkün hale getirmektir. Çünkü biliyor ki Galata Kulesi oldukça imkânsız aşkları kavuşturmuştur.
Ne yazık ki bilmediği bir şey de vardır; sevdalı olduğu genç delikanlı daha önce başka bir kadın ile Galata Kulesi’ne çıkmıştır. Genç delikanlı vicdanen hiç rahat edemez, kıvranıp durur bir türlü derdini sevdiğine anlatamayarak Galata Kulesi’ne çıkmaya razı olur. Büyülü, apaydınlık bir gecede, tüm İstanbul ayaklarının altında iken, sevdalı genç kız umutsuzluklarını yitirmişken birdenbire gökyüzü delinmişçesine, şimşeklere maruz kalmış ve o güne kadar hiç böyle şiddetli bir yağmur yağdığına şahit olmamışlardır. Şimşekler çaktıkça kalplerindeki korku da artar. Koşarak kuleden inmeye başlarlar. Sevdalı genç adam bütün gerçekleri anlatarak yağmurun dinmesini sağlar. Fakat sevdalı genç kız onu affetmeyerek kendisini terk eder.
Bu inanışa göre; birbirini gerçekten seven iki insan eğer ilk defa Galata Kulesi’ne beraber çıkıyorlarsa mutlaka evleneceklerdir. Fakat âşıklardan biri daha önce gerçekten sevmediği biriyle çıkmışsa tılsımın bozulmaktadır. Bu yüzden günümüzdeki insanlar, sadece evlenmek istedikleri insanı Galata Kulesi’ne çıkarmakla beraber orada evliliklerinin ilk adımını attıklarına inanırlar.
Bir diğer hikâye ise; Galata Kulesi ile Kız Kulesi’nin imkânsız aşkıdır. Birbirlerine âşık iki kule, aralarında büyük boğazın yer alması sebebiyle kavuşacaklarını asla düşünememişlerdir. Galata yıllarca aşkını kâğıtlara döker, bir gün bunların ona ulaşacağı umudu ile yaşamını sürdürürdü. Günün birinde Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kuleye tırmanarak uçmak istemesi ile aralarındaki mesafe gittikçe azalır.
Çünkü Galata Kulesi Kız Kulesi’ne olan aşkını Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kulağına fısıldar ve yazdığı tüm mektupları imkânsız aşkına ulaştırması için yardım ister. Aşkının karşılıksız olmadığını anlayan Kız Kulesi, günden güne güzelleşir. Bu şekilde birbirlerine bakarak hasret gidermeye devam ederler.
Süleymaniye Camii
Osmanlı mimarisinin şaheserlerinden biri olan, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Camii, sadece mimari bir eser olmakla kalmayıp insanların verdiği değer ile dokunulmazlığı olan bir eser olmuştur. Rivayetlere göre; Kanuni Sultan Süleyman, bir camii yaptırmak ister. Fakat tam olarak nereye yaptırması gerektiğine karar veremez. Derin düşüncelere daldığı bir gece, düş görmeye başlar. Düşünde Hz. Muhammed ile İstanbul sokaklarında hasbihal ederek yürümektedirler. Yürümekte iken, Hz. Muhammed birden durur ve “aklındaki camiyi buraya yapmalısın” diyerek, “mihrabı şuraya, minberi şuraya kürsüsü de şuraya yapılmalı” diye işaret eder. İstanbul’un İz Bırakan
Düşünden uyanan Kanuni, sevinç gözyaşları ile Allah’a şükreder. Büyük bir heyecanla Mimar Sinan’ı Hz. Muhammed’in işaret ettiği yere çağırırken, Mimar Sinan da orada hâlihazırda beklemektedir. Mimar Sinan, “Sultanım!” diye cümleye başlar ve Hz. Muhammed’in dediklerini tekrarlar. Kanuni, içten gelen bir tebessüm ile “benim rüyamdan haberdar gibisin” der. Mimar Sinan da aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü belirterek, “Sultanım! Kutlu rüyanızda birkaç adım gerinizdeydim” yanıtını verir. Bu durum karşısında heyecanı ve sevinci katbekat artan Kanuni, derhal camiinin yapılmasını emreder. Böylece, Süleymaniye Camii’nin inşası kısa sürede tamamlanmış olur.
İstanbul’u anlatmaya ne sözcükler yeter ne de sayfalar. Bizim sayfalara sığdıramayacağımız daha birçok efsaneye ev sahipliği yapan şehrin ilginizi çekebilecek diğer önemli efsaneleri şöyle:
- Çemberlitaş’taki Kutsal Kadeh
- Ayasofya’nın Planını Çizen Derviş
- Kapalı Çarşı Altındaki Tüneller
- Kıztaşı ve Cin
- İstanbul’un Fethi ve Hızı
Tourism Diary MAG 6. Sayı İstanbul Gezi Rehberi
İstanbul ile ilgili daha fazla seyahat rotası için Tourism Diary MAG 6. Sayı İstanbul Gezi Rehberi ‘ni okumayı unutmayın. Dergimizi Turkcell Dergilik, Magzter ve Dijital Basın platformlarından hemen indirin.